30 Nisan 2018 Pazartesi

OCAKLI KARDEŞİM


Ocaklı Kardeşim,
Davayı en yüce dağların zirvesine taşımak için uzun ve çetin bir yolda senelerdir yürüyoruz. 

Yola çıktığımız noktadan uzaklaşıp menzile yaklaştıkça, ufuk genişliyor ve rüzgar şiddetini artırıyor, düşman çoğalıyor. Geçen zaman gösterdi ki büyük bir imanla taşıdığımız dava aşağıda, ovalarda kaldı.Kenarından dolaştığımız uçurumların dibine mazinin güzelliğini atma. Şekli kaybolan şikayet ve itiraz uğultusu geliyor dört bir yandan, sakın bu ihanet şarkısının kulağa hoş gelen esintisine aldanma!

Ocaklı Kardeşim,
Büyük Türk Milletinin binlerce yıllık tarihinde bir vazife aldın ve birbirinden daha yüksek dağlara doğru yepyeni bir kızıl elma rüyası ve imanıyla çıkıyorsun.

Genç kalbine büyük bir aşk düşmüş. 
Sen Türk vatanı üstünde aşkın timsalisin.Uğruna tüm cihanı karşına aldığın davanın, yani yeryüzünün tanıdığı en büyük, en yaratıcı kuvvetin timsalisin.

Yokuşları tırmandıkça, zorlukları aştıkça, ufkun genişledikçe asırlardır unutulmuş bir alemi hayran gözlerinle tekrar buluyorsun. Bu hayran gözlerle baktığın alem şanlı Türk tarihidir.


Ocaklı Kardeşim,
Ömrünü adadığın davan kadar asil, ülkün kadar yapıcı ve yükseltici bir insansın. Aştığın yol, üstesinden geldiğin zorluklar seni ızdırap kaynaklarına doğru götürüyor. Dünyanın unutulmuş coğrafyalarında, ıssız köşelerinde acısını söylemeye tenezzül etmeyen bedbaht, fakat mağrur soydaşına şefkat ve teselliyi, iman ve şifayı sen uzatacaksın.

Ülkü Ocaklarından aldığın terbiye ve davaya adanmış ömrünle sen, yarının büyük ve güçlü Türkiye'sinde; köylerin ortasında ufak bir mektebin çatısı altında çalışan genç bir öğretmen, terk edilmiş ve ıssız kulübelere ücretsiz muayene ve ilaç götüren genç doktor olacaksın. Etrafında toplanacak Türk Milletine yeni söz söyleyecek genç hatip, tehlike günlerinde iradesinin zırhlarına bürünerek destani bir kahraman gibi boğuşan genç komutan sen olacaksın.Şiirinin, resminin, mermerinin başında yaratan genç sanatkar, sen yüksek bir idealin taşıyıcısı, çağlayan bir nehir gibi akıp giden Türklüğün neferisin.

Vazifen nedir diye soruyorlar.
Bütün rüzgarları yanık kokusu getiren harap bir memleketin üstünde, ihtiyaçlar ortasında bunalmış bir milletin karşısında vazifenin ne olduğunu sana ülkün söyledi.

Sen dirlik için, birlik için çalışıyorsun.
Talihin ve tarihin senden uzak düşürdüğü soydaşlarını hatırlamadın mı? Doğu Türkistan, Kerkük, Karabağ, Türkmendağı senden yardım bekler, Batı Trakya Türklüğü senden selam bekler.

Yaylalardan ovalara, ovalardan yaylalara göçenyörük Anadolu çocukları tuğu kaldırmanı bekler. Türk dünyası adriyatiktençin seddine batının ihtilafları içinde paramparça olmuştur.
Ülkenin dört bir yanında milli birliğine düşman birileri, hakimiyetinin gösteren bayrağının gölgesinde sana karşı mücadele ediyor.

Vatanının güneyinde uğursuz bir cereyan senelerdir milli ruhunu aşındırarak içeri almak için kendine taraf taraf köprü başları aramakla meşguldür. 

Sen uyanıklık için çalışıyorsun.

Ocaklı Kardeşim,
Sen Türkün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanısın. Evvelkilerden başka seni boğmak isteyen milletler uzun yollardan gelerek müdafa mesafelerini açtılar. Anayurdunun hudutlarına gelip yerleştiler. Ufacık ada kırıklarına yapışarak sahillerine sokuldular.

Aziz başın yastığının üzerinde derin uyumasın.
Sen Türk Milletine yol açacaksın.
Memleketin hangi köşesinde isen Ocağınla birlikte o yeri ihya edeceksin.

Ocağının mihrabına parti düşmanlığı ile gelenler bu düşmanlıkları unuttular mı sanırsın?

Türk Milletinin varlığına kast edenlerin açtıkları mevziler, Ocağının küçük varlığı, senin dirayetli duruşun karşısında yok olup gitmek mecburiyetindedir.

Ne güzel gaza, ne güzel bir zafer.
Daha yolun uzundur, daha çok tepe aşacaksın.
Olduğun yeri güzelleştir, düzeni tesis et, yalnızca hakkı tanı ve tanıt.

Aceleci olma, insanoğlu acelecidir ama binlerce yıllık Türk tarihinin acelesi yok. Gün içinde değil zaman içinde düşün. Kalbinden bir an tarih şuuru kaybolmasın.

İhtirasa ve kıskançlığa karşı mücadele et.
Türk tarihinin, Türk ruhunun en korkunç yarası bu kıskançlıktır.

Ocaklı Kardeşim,
Kalbinde ve dimağında iyi ve güzel ne varsa davanın emrettiği Allah yolunda, Türk Milleti için kullan. Uzun seneler zarfında memleketin her köşesinde söylenmiş nutuklardan ders al.Bilge Kağandan Atatürk'e bu seslenişe kulak ver.

Ümidim odur ki; sen bunların daha güzelini söyleyecek ve Türk Milletini mağrur edeceksin.

Ocaklı Kardeşim.
"Yol daha uzundur, çetindir. Yapılacak şey yapılandan daha büyüktür fakat tarihinin engin ufuklarından gelen ve senin genç ciğerlerini şişiren rüzgar, Ocağının mukaddes ateşini durmadan parlatacaktır. Çünküufak ateşleri söndüren rüzgar büyük ateşleri harlar."

Şairin dediği gibi;
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,


FRANSA'NIN ROL KAPMA ÇABASI


Fransa'nın Suriye'de ne işi var? Bu soruyu son günlerde sıkça duyar olduk. Tarihi doğru okuyamazsak bugünü anlamamız, yorumlamamız mümkün değildir. 

Suriye'de bugün vekâlet savaşları yürütülüyor. Uzun zamandır bölgede istihbarat üzerinden faaliyet yürüten Fransa artık bölgedeki faaliyetlerini açıktan yürütme kararı almıştır. 

Türkiye'den kaçan PKK'lı teröristlerin iltica ettiği ülkelerin başında elbette Fransa geliyor.

Tarihe şöyle bir göz atarsak Adana, Mersin Dörtyol Fransa'nın işgal ettiği topraklarımızın başında geliyordu. 

İngilizler Paris barış konferansında(26 Eylül 1919) Fransa ile yeni bir anlaşma yaparak; Antep, Urfa ve Maraş'ı Fransızlara bıraktılar. Fransızlar bu yörelerde Ermenileri de kullanarak işgallere başlamışlardı.

Sözde ermeni soykırımı yalanının en ateşli savunucusu Fransa, yüz yıl önce Antep'te, Urfa'da, Maraş'ta aldığı ağır hasarı unutmamış anlaşılan.

Mandat Français en Syrie

Fransız Suriye Mandası 1920-1946 yıllarında Fransa egemenliğinde kalmış manda yönetimidir. 

I. Dünya Savaşında İttifak güçlerinin yenilmesi sonucunda, Osmanlı Devleti ile imzalanan Mondros Antlaşması ile bölge Fransa güçlerinin egemenliği altına girdi. 1920 tarihinde Fransa'nın manda yönetimi oldu. Suriye Mandası, Fransa'nın idaresine girmesiyle çeşitli etnik ve dini gruplara yönelik devletlere bölündü. Şam Devleti, Halep Devleti, Nusayri merkezli Alavi Devleti, Dürzi merkezli Jabal Durize, sonradan Türkiye Cumhuriyeti'ne katılan Hatay Cumhuriyeti ve Lübnan Devleti olmak üzere 6 yapılı yönetim oluştu. 

II. Dünya Savaşı senelerinde, 1941 tarihinde, Fransa, nüfuzu altında kalmak şartıyla Suriye manda yönetimine kısmi bağımsızlık verdi. Fransa, II. Dünya Savaşı sonrasında Suriye'den geri çekildi. 

Bugün Fırat'ın Doğusunda Fransa'nın Miştanur, Sırrin, Lafarge-Harap Işk, Ayn İsa ve Rakka olmak üzere 5 yerde askeri üssü bulunmakta. Menbiç restleşmesiyle Fransa'nın bölgedeki varlığı kamuoyu nezdinde açığa çıkmıştır.

ABD ORTADOĞU'DAN ÇEKİLMEYECEK
ABD Başkanı Trump'ın "Suriye'den çekileceğiz" açıklaması ABD'nin Ortadoğu'dan çekileceği, Ortadoğu'daki planlarından vazgeçeceği anlamına gelmiyor. 

ABD bana sorarsanız İran'a karşı bir hat oluşturmaya, Ortadoğu'ya müdahil olmaya, Rusya'yı başka parametrelerle dengelemeye çalışacak.

ABD'nin Suriye bölgesinde Rusya'yı dengeleme hamlesi istediği gibi sonuçlanmadı. ABD yeni bir hamle yaparak bölgedeki kartları yeniden dağıtmak istiyor. 

Geçtiğimiz gün Pentagon Menbiç'e 2 bin asker daha gönderme kararı aldı. Bu da net bir şekilde gösteriyor ki ABD Suriye'den çekilmeyecek.

Doğu Guta'da yaşananlar ve buranın üzerinden ABD-Rusya gerilimi iyice artmış durumdadır. Karşılıklı restleşmeler iki devleti savaşın eşiğine getirmiş durumda.

ABD ile Rusya arasındaki bu hakimiyet mücadelesinin bedelini maalesef mazlumlar ödüyor. İnsanlık bugün Suriye'de can çekişirken küresel güçler hakimiyet alanlarını genişletme savaşı içerisindedir.

ABD, SAHAYA YENİ AKTÖRLER SÜRÜYOR

ABD Suriye'de boşaltacağı alanı Rusya veya Türkiye'den ziyade Fransa'nın doldurmasından yana bir tavır izleyecek ve yeni aktörlerle cepheyi genişletecek.

Trump Fransız Cumhurbaşkanı Macron'a "Türkiye'yle çalışın" mesajı iletti. Bu şekilde Trump Fransa'ya hem Türkiye'nin Suriye'deki varlığının tanıyın hem de Türkiye'yi dengeleyin demektedir.

FRANSA'NIN ROL KAPMA ÇABASI

Macron mesajı alır almaz hızla "Türkiye ile SDG (yani PKK) arasında arabulucu olabiliriz" açıklaması yaptı. 

Fransa bu şekilde Türkiye'nin terörle mücadelesine destek olacağına Suriye'de PYD/PKK'nın yeni hamisi olarak sürece dahil olmaya çalışıyor.

Ancak Türkiye bu duruma asla müsaade etmeyecektir. Nitekim Türkiye bu hususta Fransa'ya net bir cevap verdi ve "Biz teröristlere isim koymakla değil, onları yok etmekle meşgulüz" mesajı verdi. 

Macron'un terör örgütlerinin çöpçatanlığına soyunması tek kelimeyle küstahlıktır.

Macron, Elysee Sarayı'na yerleşir yerleşmez Fransa'yı geçmişte olduğu gibi uluslararası alanda yeniden güçlü bir aktör konumuna getirme arayışı içinde.

Macron'un Ortadoğu'da ve Fransa'nın eski nüfuz bölgesi Suriye'de sürece güçlü bir aktör olarak dahil olma çabası da bunun göstergesidir.

Macron PKK/PYD'nin hamiliğine soyunarak Suriye masasına oturmaya  çalıştığını söyleyebiliriz. 

Elysee Sarayı'nın yaptığı açıklamaları dikkatlice incelersek Macron'un Menbiç'te Türkiye ile askeri düzlemde karşı karşıya gelmek gibi bir riske girmeyi şimdilik düşünmediği de ortada.

Bütün bu gelişmeler ekseninde Suriye'deki PKK/PYD/YPG terör örgütü nedeniyle ABD ile yaşanan gerilimin Fransa ile de yaşanacağını söyleyebiliriz.

Her ne olursa olsun Türkiye tereddüt etmeden, gecikmeden, spekülasyonlara meyletmeden gereğini yapmalıdır. 

Fırat'ın Doğusunda PKK/PYD/YPG adı her ne olursa olsun terör tehdidini bir an evvel ortadan kaldırmalıdır. Bölge ülkeleriyle yapılacak ortak çalışmalar ve milli menfaatler doğrultusunda Suriye'de etkin olmaya devam etmelidir.

Fırat'ın doğusu batısı yoktur. Türkiyenin bekası, Milli çıkarlar vardır. Türkiye'nin bekası, Ankara'nın güvenliği Afrin'den, Menbiç,ten, Rakka'dan, Ayn El Arab'dan geçer. 

Ne Mutlu Türküm Diyene!


Fırat'ın Doğusuna Operasyon Şart


Türkiye Afrin'debaşarılı bir harekât gerçekleştirdikten sonra hedef olarak Menbiç'i belirledi. Türkiye Kuzey Irak'a kadar olan bölgede PKK/YPG'nin etkisini kırmak, bölgedeki terör kuşağını yok etmek konusunda kararlı. ABD ise Afrin operasyonunda olduğu gibi çelişkili açıklamalarla Türkiye'yi yönlendirmeye çalışıyor.
Menbic'de yaklaşık 2 bin askeri bulunan ABD'nin Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert, Menbic'den çekilmeyeceklerini söyleyip, "Gerekirse kendimizi savunuruz"mesajı vererek bu savunmanın YPG ile birlikte yapılabileceğini ima etti.
ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert'tenin "Çekilmeye niyetimiz yok. Kendimizi sahadaki ortaklarımızla birlikte savunma hakkımız olduğunu Türkiye'ye anlattık." İfadesi masada Türkiye'yi ikna edip Fırat'ın doğusuna geçmesini engelleme çabasından başka bir şey değildir. ABD şimdilik Menbiç kartını güçlü tutmaya çalışıyor.

'FIRAT'IN DOĞUSUNA YÖNELİK OPERASYON ŞART'
Türkiye'nin siyasi hedefleriyle askeri hedeflerinin birbiriyle uyumlu hale gelmesi son derece hayati bir meseledir.
Suriye sınırlarımız boyunca Türkiye'nin belirlediği öncelikle siyasi amaç: Suriye'de bulunan PYD/PKK teröristlerini etkisiz hale getirmek, terör tehdidini tamamen ortadan kaldırmak. Doğu Akdeniz'e uzanacak bir terör koridorunu engellemek. Devlet politikası olan Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlamak. 
Bu siyasi hedeflere ulaşmak için belirlenmesi gereken askeri hedefler iyi belirlenmelidir. El Bab operasyonu, Afrin operasyonu başarıyla tamamlandı. 
Gelinen noktada Suriye'desınırlarımız boyunca PKK/PYD unsurları tamamen etkisini yitirdi mi? 
Bu sorunun cevabı elbette hayır. O zaman sırada Menbiç ve tabii ki Fırat'ın doğusuna yapılacak operasyon var. Fırat'ın doğusu asıl stratejik öneme sahip olan alandır.
El Bab, Afrin ve hatta Menbiç'teki "terör unsurlarının" etkisiz hale getirilmesinin Türkiye'nin beka sorununu çözmeyeceğiaşikârdır. Bugün itibariyle Afrin, El Bab kontrolümüzde. Menbiç'i kontrol altına alsak bile Fırat'ın doğusundaki 500-600 kilometrelik alan PYD/PKK bölücü terör örgütünün elinde kaldığı sürece Türkiye için tehdit sürüyor demektir. 
Bu durumda belirlenen siyasi hedeflerin gerçekleştirilmesi ancak ve ancak Fırat'ın doğusundaki PKK/PYD'nin etkisiz hale getirilmesiyle mümkün olacaktır.

'ABD'nin PAZARLIK MALZEMESİ MENBİÇ Mİ?
Türkiye Fırat'ın doğusuna yönelikoperasyon yapmasın diye ABD Menbiç'i pazarlık malzemesi yapabilir. "Afrin'de gerçekleştirilen Zeytin Dalı harekâtı başarıyla sonuçlandı, sırada Menbiç var. ABD Türkiye'ye 'Menbiç'e girmeyin' diyebilir, bu konuda Türkiye üzerinde uluslararası baskı kurabilir. 
ABDFırat'ın doğusuna karşılık Menbiç'e girilmesini kabul etme ihtimali göz ardı edilemez. Türkiye sahada kazanacağı savaşı masada kaybetmemek için Fırat'ın doğusuna yönelik başlatacağı operasyonu iyi hesaplamalı ve gerekli adımları biran önce atmalıdır.
ABD 'Fırat'ın doğusuna gelmeyin lakin sadece Menbiç'i alın' diyebilir. Bu durumda Türkiye kazançlı mı çıkar? Tabii ki hayır. Türkiye bu durumda oyunun kaybedeni olacaktır. 
Fırat'ın doğusuna yönelik bir operasyon gerçekleşmediği takdirde Afrin'den kaçan teröristler ve olası Menbiç operasyonunun sonucu olarak oralardan kaçan teröristler Fırat'ın doğusunda toplanacak. Fırat'ın doğusunda 60 bin PKK/PYD'literörist var. ABD Fırat'ın doğusunu elbette bu kadar kolay teslim etmeyeceği aşikar.
Fırat'ın doğusu neden bu kadar önemli bir göz atalım. Suriye nüfusunun yüzde 30'u ve Suriye enerji kaynaklarının yüzde 50'si bu bölgede. Sonuç olarak Fırat'ın doğusuna yönelmeyen bir Türkiye, Suriye'den bekasını hedef alan PYD/PKK tehdidini yok edemez. 
Fırat'ın doğusunda ABD PYD/PKK'yı eğitmeye, silahlandırmaya ve örgüte danışmanlık hizmeti vermeye devam eder. Ve örgüt orada hiç olmadığı kadar güçlenir.
Türkiye Suriye özelinde bölgedeki gelişmeleri doğru okumak zorundadır. Bölgede 1916 yılında gizlice uygulamaya sokulan Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen sınırlar ve kurulan denge değiştirilebilir.  
Suriye üzerinde Doğu (Rusya, Çin, İran, Hindistan) ve Batı (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya) güçleri arasında bir hâkimiyet mücadelesi artık ayyuka çıkmış durumda. Türkiye de bu acımasız mücadelenin tam da ortasındadır. 
Türkiye jeopolitik konumu gereği bu güçler arasında taraf olmak zorunda değildir. Türkiye beka sorununu tamamen çözmek için kendi dengelerini ve çıkarlarını göz ardı etmeden bir politika belirlemek zorundadır. 
Doğru ve kararlı hamlelerle Türkiye'yi Ortadoğu'da çıkmaza sokmadan bölgenin en önemli aktörü haline getirmemiz mümkündür. Sahada elde edilen psikolojik ve operasyonal üstünlük masada da kazanılabilir.
Suriye'nin kuzeyinde olanlarla Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda yaşanan PKK terör saldırıları doğrudan bağlantılıdır. 
PKK terör örgütü ve onun siyasetteki temsilcileri Türkiye'deki hendek operasyonlarını ve Suriye'nin kuzeyindeki operasyonları uluslararası kamuoyuna sivil katliam yalanıyla sunmasının altında yatan gerçek budur.
PYD/YPG  ve onun hamiliğini üstlenen ABD Fırat'ın batısında Türkiye'ye karşı psikolojik ve sahada operasyonel üstünlüğünü kaybetmiştir.
Türkiye'de artacak teröre karşı Türkiye'nin de terörle mücadele kapsamında daha sert tedbirleri alması kaçınılmaz olacaktır. 
Bunu yaparken, Türkiye'nin kararlılığını göstermek anlamında, Fırat'ın doğusuna geniş kapsamlı sınır ötesi kara harekâtıyerinde bir karar olacaktır.
Suriye kuzeyinde Fırat'ın doğusunda batısında PKK/YPG hedefleri hava operasyonlarıyla vurulurken kara harekâtıyla tehdit tamamen ortadan kaldırılmalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri Türk Milletinin göz bebeğidir. Türk Milleti bütün varlığıyla Türk Silahlı Kuvvetleri ve Mehmetçiğin yanındadır. Birlik ve bütünlüğünü sağlamış, tek yürük olmayı başarmış bir Türkiye elbette daha güçlü olacak daha yaşanılır bir ülke olacaktır.
Bu bir beka meselesidir, siyasi hesaplaşmalardan uzak tutulmalı, Türk siyaseti iktidarıyla muhalefetiyle tek ses olmak zorundadır. Terörün hayatımızda hiç olmadığı günleri görmek ümidiyle..

Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,


Doğu Akdeniz'de Isınan Sular


Türkiye'nin sınırlarını koruması, terör yapılanmalarına karşı operasyonları, Suriye'de etkin rol alması, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtını başarıyla sonuçlandırması, bölgesinde güç dengelerinden biri olması, Ortadoğu'da giderek etkinleşen rollerinden sonra Yunanistan'da "Doğrudan gelen tehdit" sendromunu yeniden yeşertmiştir. 

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'deki Kardak kayalıklarıyla ilgili gerginlikyine gündemini koruyor. Karşılıklı sert söylemler giderek artmaktadır.

Türk Yunan sorunları yeniden NATO gündeminde yerini almaya başladı. Yunanistan Ege'deki tartışmalı deniz sahaları konusunda son aylarda gerginliği tırmandıracak yaklaşımları Türkiye'nin kararlı duruşuyla etkisini yitirdi lakin asıl mesele Ege'de değil Doğu Akdeniz sularındaki MEB alanlarıdır.

Doğu Akdeniz'in tarihsel, stratejik ve ekonomik değeri ile Kıbrıs'ın önemine istinaden deniz yetki alanlarının paylaşımında Türkiye dâhil Doğu Akdeniz'e kıyısı olan devletlerin takındıkları tutumu gözden geçirmek elzemdir. Bu sonuçlar ışığında Türkiye'nin hak ve menfaat kaybına uğramaması maksadıyla bir takım hukuki ve teknik önlemler derhal hayata geçirilmelidir. 

Uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye'nin sadece Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Suriye ile değil, Libya, İsrail ve hatta Lübnan ile de karşılıklı kıyıları bulunduğu ve Türkiye'nin bu devletlerle de deniz yetki alanı paylaşımı antlaşmaları akdedebileceği hususu göz ardı edilmemelidir. Bu durumda Türkiye'nin, uluslararası hukuka uygun hak ve menfaatleri doğrultusunda Doğu Akdeniz'de yeni bir deniz yetki alanları haritasını ortaya koyması en hukuki hakkıdır.

Doğu Akdeniz'in önemi, dünya deniz taşımacılığının önemli bir transit bölgesi olmasının yanı sıra, son yıllarda bölgede bulunan hidrokarbon rezervleriyle bir kat daha artmıştır. 

Amerikan Birleşik Devletleri (ABD) Jeolojik Araştırma Kurumunun 2010 yılında yayınladığı verilere göre, Doğu Akdeniz'in doğusunda, Kıbrıs adası ile Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin Devletlerinin ortasında kalan Levant havzasında ortalama 1,7 milyar varil petrol, 3.45 trilyon metreküp doğalgaz olduğu değerlendirilmektedir. Levant havzası dışında, Mısır kuzeyindeki Nil delta havzasında ve Girit ile Kıbrıs adası arasında kalan Heredot olarak isimlendirilen havzada da ciddi miktarda hidrokarbon olduğu tahmin edilmektedir.

MEB Sınırları ve Türkiye
Bir devletin ülkesinin bir parçasını oluşturan deniz alanları iç sular, karasuları ve boğazlardır. Devletlerin bazı egemen haklara sahip olduğu kabul edilen ve uluslararası deniz alanını oluşturan deniz yetki alanları ise; kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB)'dir. Bazı ülkeler, bu bölgelere ilave olarak "bitişik bölge ve balıkçılık bölgesi" de ilan etseler de, Türkiye'nin ilan etmiş olduğu bitişik bölge veya balıkçılık bölgesi henüz bulunmamaktadır. Bu Türkiye için büyük bir kayıptır.

Doğu Akdeniz coğrafyası dikkate alındığında, karşılıklı kıyıların uzunluğu 400 deniz milinden kısadır. Bu nedenle bu bölgedeki devletlerin MEB sınırlarının belirlenmesi için karşılıklı mutabakat gerekmektedir. Türkiye ise bu kapsamda Doğu Akdeniz'de MEB ilanı yoluna gitmemiştir. Ancak, başta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) olmak üzere, Mısır, İsrail ve Lübnan, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)'nin bölgedeki haklarını yok sayarak ikili anlaşmalarla MEB ilanı yoluna gitmişlerdir. 

Yunanistan ise resmi olarak Doğu Akdeniz'de MEB ilan etmemişse de, Avrupa Birliği (AB) kurumlarının yayınlamış olduğu haritalarda da Meis Adası güneyindeki sahada MEB dikte etmeye çalışmaktadır.

Doğu Akdeniz'in karmaşık fiziki ve siyasi coğrafyası, çatışan menfaatler ve bölgede bulunan doğal kaynaklar nedeniyle son zamanlarda önem kazanan kıta sahanlığı ve MEB sınırlarının belirlenmesi, işleminin öncelikle, bu denize kıyısı olan Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Yunanistan, İngiltere, Filistin, KKTC ve GKRY'nin katılacağı çok taraflı bir antlaşma ile çözüme kavuşturulması hukuki bir gerekliliktir.

Türkiye Neden Hedefte
Ege ve Doğu Akdeniz'de sular Afrin'den bağımsız ısınmadı. Yeni enerji yatakları, yeni ittifaklar, yeni stratejiler Türkiye'yi karada ve denizde hedefe koymuştur. Kıbrıs açıklarında dünyanın en uç noktalarından gelen amperyal devletler doğalgaz ve petrol arama çalışmalarına hız verdikçe Ege sularında adalar üzerindenAvrupa'nın şımarık çocuğu Yunanistan fırsatı kendi lehine çevirmek ve iç siyasete göz kırpmak için hamle yapmaktadır. 

Güney Kıbrıs Rum yönetimi kontrollü gerginlik stratejini Doğu Akdeniz'deki yeni enerji kaynakları üzerinden devam ettirmektedir. Kıbrıs açıklarında Doğu Akdeniz petrolleri ve Türkiye'nin burada hak iddia etmesi, donanmasıyla bölgede gövde gösterisi yapması ciddi rahatsızlık vermiştir.

Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar'ın aynı anda hem Afrin'de hem de Ege'de operasyon yapabilecek manevra kabiliyetine sahibiz açıklaması 15 yıllık Yunanistan'ın pervasızca yaptığı işgal ve taciz girişimlerine bir nevi dur demekti.

Fırsatçı bir sırtlan gibi pusuda bekleyen Yunanistan Türkiye'den parça koparmak için hala diş biliyor. 

Yunan iç basınını takip ettiğimizde ileri derecede Türk düşmanlığının sık sık dile getirildiğini görebiliriz.

Yunan Genel Kurmay Başkanının burnumuzun dibinde işgal ettiği adacıklara ziyareti bi nevi gövde gösterisi niteliğindedir.

Türkiye ile Yunanistan arasında Kardak krizi yeniden başlarken Eski Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos "En iyi Türk ölü Türk'tür." diyerek küstah bir açıklamaya imza attı. Bu açıklama şuuraltının dışa vurmaktadır.

Yunanistan Yüksek Mahkemesi, Türkiye'nin 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası Yunanistan'a kaçan 8 darbeci askere yönelik iade talebini reddetmişti. Yargıç Giorgos Sakkas'ın, "askerlerin Türkiye'ye iade edilme durumlarında adil yargılanma olasılıklarının düşük olduğunu" ifade etmesi Türkiye'nin uluslararası kamuoyundaki algısını bozmak için yapılmış bir açıklama olmadığını söylemek saflık olur.

Türkiye İçerde darbe girişimi ve PKK terör örgütüyle uğraşırken dışarda sınırlarımızın ötesinde terör maskeli küresel devletlerle mücadele etmektedir. Bu ateş çemberi içerisinde varlık mücadelesi veren Türkiye'nin muharebe gücünü test etmek için Yunanistan ara ara hamle yapmaktan geri durmuyor.

Bütün bu yaşananlar Ege, Doğu Akdeniz ve Suriye sınırlarında Türk'e kurulan pusunun boyutlarını ortaya koymaktadır. Etrafımızda olup bitenlere gözlerimizi kapatamayız.Tarih ve coğrafya şuuru olmayan kimselerin ekranlardan uzak tutulmasında fayda vardır.

Milletimizin duygularını kullanarak fütursuzca mal ve makam sahibi olanlar belli bir noktadan sonra milletimize ve devletimize bilerek ya da bilmeyerek ihanet etmeden duramamışlardır.

Liyakatsiz kadrolar Türkiye Cumhuriyetini uçuruma götürür, Türk Milletini de kan ve gözyaşıyla dolu bir geleceğe sürükler.
Türk Milletinin geleceğine yön verenler, dünden bugüne çağlayan gibi akan milletimizin asıl zemini olan Türk ve İslam istikametinde Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkı sarılarak sel olup akmasını sağlamalıdır. Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaatleri bütün stratejik ortaklıkların üzerindedir.


Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,

"Ay Yıldız Yönetimi" ve İttifaklar


Türkiye Cumhuriyeti 2023 yılında yüzüncü yılını kutlayacak.

Binlerce yıllık Türk Devlet geleneğinin son halkası olan Türkiye Cumhuriyeti 100 yıllık süreç içerisinde birçok yönden gelişmiş, zamana ve şartlara göre Cumhuriyet değerlerinden ödün vermeden kendini yenileyerek bugünlere gelmiştir. 

Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Sayın Devlet Bahçeli geçtiğimiz günlerde yaptığı bir değerlendirmede Cumhuriyet tarihinde üç önemli dönüm nokta olduğuna dikkat çekti. Bu üç dönüm noktasını irdeleyecek olursak:

1923 Kuruluş
Birincisi 1923, Cumhuriyetin temellerinin atıldığı, bir güneş gibi Türk yönetim sistemi haline geldiği "Kuruluş" dönemidir. 

Büyük bir cihan harbinden çıkmış, toprakları işgal edilmiş, orduları dağıtılmış Türk Milletinin Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde hürriyet ateşini yaktığı, Cumhuriyetin temellerinin atıldığı var oluş yıllarımızdır. Emperyalizmin kıskacında ezilen bütün mazlum milletlerin ufkunda bir güneş gibi doğan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulduğu yıllardır.

1946 Çok Partili Hayata Geçiş
İkinci dönüm noktası 1946 çok partili hayata geçiş dönemidir. 1945'te ikinci dünya savaşının sona ermesinin ardından dünya iki bloka ayrılmıştır. 

Sıcak savaşın sona erdiği, soğuk savaş yıllarının başladığı bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti tek partili dönemi kapatmış, her düşüncenin kendi iradesini ortaya koyabileceği, Türk Milletinin kendini en iyi yönetecek siyasi iradeyi belirleyeceği çok partili hayata geçmiştir. Türk siyasetinde demokrasinin başladığı dönemdir.

2019 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
Üçüncü dönem ise 2019 yılında yürürlüğe girecek Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir. Yasama, Yürütme ve Yargının kendi sınırlarına çekildiği, daha güçlü hale geldiği yeni sistemdir. Toplumsal uzlaşmanın önünü açan, kutuplaşmayı ortadan kaldıracak yeni bir dönemin başlangıcıdır.

Üçüncü Dönemi Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli şöyle ifade ediyor: "Geleceğin büyük Türkiye'si için, iki sütun üzerine oturmuş milli ve yerli bir kavram olarak 'Ay Yıldız Yönetimidir'

Devlet Bey, "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi; güçlü yönetim, güçlü Meclis'le birlikte iki sütun üzerindedir. Güçlü Meclis; yasama, denetim, denge, güçlü yürütme ise Cumhurbaşkanı ve hükümetten ibarettir. Etkin yasama ve denetim Türkiye'de tüm siyasi partilerin katılımıyla oluşacak olan 600 milletvekilini temsil ediyor. Diğeri ise halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı ve onun kuracağı hükümeti temsil ediyor. O zaman etkin yasama, etkin denetim ve denge ise 600 milletvekilinden oluşuyorsa o şöyle bir 'Ay'dır. Cumhurbaşkanı'nı ise hükümet olarak 'Yıldız'dır" değerlendirmesiyleüçüncü dönemin yol haritasını çiziyor.

Siyasi partilerin üçüncü dönem ittifakları, yol haritaları..

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde baraj fiilen %50+1 şeklindedir. Hükümeti oluşturmak için mevcut tabloya göre ittifaklar kaçınılmaz görünüyor.

AKP ve MHP ittifakı kendini Milli Mutabakat, yerli ve milli ittifak olarak tanımladı ve adını "Cumhur İttifakı" olarak belirledi.

Bu siyasi çıkıştan sonra diğer siyasi partilerin "Biz garı milli miyiz?" serzenişi siyasete bir şey katamadıklarının göstergesidir. Üretmek siyasetin gereğidir. Üretmek için bir gayret sarf etmeyen siyasi oluşumlar tekrarın ötesine geçemezler.

Siyasi partilerin kendilerine hemen karşı konumlandırma yapmaları yanlış bir yaklaşımdır ya da durdukları yer tam olarak ihanetin kök saldığı, adı konulmamış şer ittifakıdır.

15 Temmuz gecesi itibariyle Türkiye adı konulmamış bir savaşın içindedir. 15 Temmuzdan Afrin'e yönelik operasyona kadar geldiğimiz nokta safları netleştirmiştir.

CHP-HDP-İP-SAADET Partisinin en üst düzey yöneticilerinin birlikte paneller düzenlemesi, ortak dil geliştirmesi ilerde olması muhtemel ittifakın ipuçlarını bize vermektedir. 

2019 seçimleri için AKP ve MHP arasında kurulan Cumhur ittifakıÖnümüzdeki 5 yıllık süreç için iki siyasi partinin yol haritasıdır. Önümüzdeki 5 yıllık süreci hangi değerler ışığında yürüteceklerini ifade eder. 

Diğer siyasi partiler karşı konumlandırma yerine kuracakları ittifak varsa bunu yol haritalarını ifade edecek şekilde isimlendirebilirler, kaçak güreşmektense net bir fotoğraf vererek Türk Milletinin karşısına çıkabilirler. Kapalı kapılar ardında kirli pazarlıkların yapıldığı dönem geride kalmıştır.

Siyasette biz daha iyisini yapacağız iddianız yoksa milletin teveccühünü beklemek beyhudedir.

Kurulacak ittifakta hem MHP hem de AKP iki ayrı partidir. Milliyetçi Hareket Partisinin kendi değerleri, fikri namusu, idealleri, temayülleri, ilkeleri, Türk Milleti için ülküleri, hayalleri, vaz geçilmezlerive lideri vardır. 

MHP kendi değerleriyle 49 yıllık omurgasıyla dimdik ayaktadır. İttifak ortak müştereklerde buluşmaktır. Seçim sonrası süreci birlikte yürütmek için yol haritası belirlenir, her iki parti bu yol haritası doğrultusunda siyasi söylemlerini dile getirir. 

Dilde ve işte birlik bu şekilde sağlanır. Dolayısıyla ucuz siyasi söylemlerle ittifakı yıpratmaya çalışmak beyhudedir.

Yeni getirilen Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde MHP edilgen değil etkendir. Nesne değil bizatihi öznedir. Yeni sürecin en önemli mimarıdır. 2023 yolunda geleceğin güçlü Türkiye'sini yönetecek kadrolarıyla buna hazırdır.

Milliyetçi Hareket Partisi 2023 yılında geleceğin güçlü Türkiye'si için bir seferberlik başlatmıştır. Herkesi bu gönül seferberliğinde yer almaya, etrafımızdaki kuşatmayı yarmaya, Türk Milletini müreffeh yarınlara taşımaya davet etmiştir.

Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,


Ya Biz Afrin'i Alacağız, Ya Afrin Bizi


Türkiye kurtuluş savaşı ve Kıbrıs Harekâtından sonra ilk defa büyük ve güçlü bir savaşın içerisinde beka sorunuyla karşı karşıyadır. Türk'e düşman kim varsa bu cephede yerini almıştır. 

15 Temmuz hain darbe girişimi, hendek kalkışması, Fırat Kalkanı Harekâtı ve son olarak Zeytin Dalı Harekâtıile ortaya çıkan fotoğrafa bakarak bunu net bir şekilde görebiliriz.

Afrin'e yönelik başlattığımız Zeytin Dalı Harekâtını küçük çaplı bir sınır ötesi operasyon olarak değerlendiremeyiz. Şu an bölgede terör örgütleri üzerinden Türkiye cephe savaşı vermektedir. 

Türkiye PKK/PYD ile baş başa bir mücadelenin içinde değil. Çok uluslu şirket gibi hareket eden terör örgütü zaman zaman arkasına Rusya ve İran'ı, zaman zaman ABD ve AB'yi alarak saldırmaktadır. Terör örgütlerinin hamisi durumunda ABD ve AB ülkelerinin gönderdiği binlerce tır silah terör örgütünün elinde namlusu bize dönük vaziyettedir.

Fırat kalkanı operasyonuyla birlikte yaptığımız hamlelerle sınırlarımız dışında ciddi bir alan hakimiyeti kurduk. Afrin'e yönelik başlattığımız Zeytin Dalı harekâtı da gösterdi ki Türkiye'nin alan hakimiyeti kurması, sınırları boyunca yapılan kuşatmayı yarması batı bloğuna oldukça rahatsızlık vermiştir. 

Birbirinden çok farklı devletlerin uçak, asker ve müttefik bulundurduğu bir coğrafyada varlık mücadelesi veriyoruz. Hiçbir hamle düşünülmeden yapılmamıştır.

Suriye'de yaptığımız Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı gibi operasyonlar üç beş teröristle yapılan mücadelenin çok ötesinde uluslararası egemen güçlere karşı verdiğimiz bir cephe savaşıdır. 

El Bab ele geçirilirken göğüs göğse çarpışmalar yaşandı. Afrin bölgesinde köy köy cepheleri alarak ilerliyoruz. Dolayısıyla bu operasyonları sulandıracak açıklamalara çok dikkat etmek gerekiyor. 

Ya Biz Afrin'iAlacağız, Ya Afrin Bizi
PKK/PYD'nin Suriye'de devletleşmek için konuşlandığı en önemli merkezi olan Afrin, bölgede verilen mücadelenin psikolojik ve sosyolojik kırılma noktasıdır.

Ana muhalefet partisinin Afrin merkeze girilmesin çıkışı talihsiz bir çıkıştır. Maksadını aşan ifadeler Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda haksız duruma düşüreceği gibi cephedeki Mehmetçiğin moralini de bozacak niteliktedir. PKK/PYD terör örgütünün tam da istediği budur. 

AB ve ABD bütün gücüyle Türkiye'yi bölgeden uzak tutmak istiyor. İşte tam bu noktada siviller devreye sokuluyor. Cephe hatlarında Türk Silahlı Kuvvetleriyle çatışan teröristlerinsivil kıyafetlerle cephede olmaları da bu işin bir parçası. 

Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda suçlu duruma düşürmek için çok yönlü palanmış hamleler. Şayet Türkiye Afrin'i almadan bu operasyonu bitirirse Suriye'de PKK/PYD devleti resmen kurulacak hem Türkiye hemde bölge ülkelerde iç savaş çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye'deki PKK hücreleri ve siyasi sözcüleri dikkatle izlenmelidir. Türkiye Afrin'e yaklaştıkça, operasyon başarılı oldukça,PKK'nın Türkiye'deki yapılanmaları bugün yarın harekete geçecektir. PKK özellikle büyük şehirlerde polislerimize karşı silahlı eylemler,suikastlar düzenleyecektir.

Türk Silahlı Kuvvetleri sınır ötesinde destan yazarak ilerlerken Türk Milleti cephe gerisinde tek ses, tek yürek olmayı başarmak zorundadır. Mehmetçiğin moral ve motivasyonu daima diri tutulmalıdır. 

Aziz Türk Milleti!
Bugün senin için dünden farklı değil. Orta Asya'nın uçsuz bucaksız bozkırlarından yurt tutmak için geldiğin Anadolu coğrafyası sana bir kez daha mezar yapılmak istenmektedir. 

Sen Avrupa için her zaman "öteki" (hasım) oldun. Zaman ve şartlar değişse de bu düşünce hiçbir zaman değişmemiştir. Malazgirt'te açtığın gedik hala kapatılamamış, yarası hala tazedir.

Aziz Türk Milleti! 
Düşmanların hiç olmadığı kadar sinsi, hiç olmadığı kadar güçlüdür. İçindeki hainlere karşı her zaman uyanık olmak zorundasın. Şunu hiçbir zaman unutma ki sendeki şuur seni boğmak isteyen bütün şer odaklarını yok edecek güçte ve kudrettedir. 

Hiç olmadığı kadar birliğe, hiç olmadığı kadar dirliğe ihtiyacımız olduğu şu günlerde Bilge Kağan'ın o kutlu seslenişine kulak ver "Ey Türk, titre ve kendine dön!"


Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,


Bütün Irmaklar Afrin'e Akıyor


Bugün dünyanın her yerinde emperyalizmin zulmü altında inleyen milletler ve devletler içinde Türk Devleti ve Türk Milleti boynunu yukarıya doğru kaldırmış ve bütün mazlum milletler için yeniden dirilişin fitilini ateşlemiştir.

İstese de istemese de bütün insanlık Ortadoğu'da kopan bu büyük fırtınanın içindedir. Türk ve İslam dünyasını terör belasıyla kontrol altına alıp bu topraklarda insanı insana kırdırarak kendi hakimiyetini sağlama gayretinde olanBatı, yerli taşeronlarını harekete geçirmiştir. Kopan bu büyük fırtınada cepheler netleşmektedir. Şiddet, terör ve kin kusan batı Suriye'de insanlığı boğmak için var gücüyle çalışmaktadır.

Afrin küçük bir toprak parçası değildir. Bölgede emelleri olan bütün devletlerin mevzi aldığı, bütün ırmakların aktığı yerdir.

Türk milletini bu fırtınada boğmak isteyenler Türk askerinin istikamet nereye sorusuyla dile getirdiği "Kızıl Elmaya" kararlılığı karşısında tarihte birçok emsali olan yenilgilerine bir tanesini daha ekleyecek, Türk ordusu da zaferlerine bir zafer daha ekleyecektir.

Türkiye uzun zamandır terörle mücadele ediyor. Bugüne kadar milyarlarca lira maddi kayba, binlerce vatan evladının canına mal olan terör belası bu defa batının da desteğiyle sınırlarımızın dibinde devletleşmek istiyor.

Terörün belini kırmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk Milletinin varlığını tehdit eden terör yapılanmalarını bölgeden temizlemek için başlattığımız Afrin operasyonununOrtadoğu'daArapdünyasındaki ve Avrupa'daki yansımalarına baktığımız zaman Türk Milletinin nasıl bir bataklığın içinde boğulmak istendiğini görebiliriz. Dünden bugüne Türk'e düşman kim varsa Afrin cephesinde karşımızda namlusunu bize çevirmiş durumda.

Akif'in "Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz" dediği batının kanlı yüzünü Zeytin Dalı Harekatıyla net bir şekilde birkez daha görmüş olduk.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında terör örgütlerine darbe üstüne darbe vurmaya başlayınca Avrupa'dan tepkiler yükselmeye başladı.

Avrupa Parlamentosu'nda görev yapan 100 milletvekili, ellerinde PKK/PYD paçavralarıyla Zeytin Dalı Harekatı'nın durdurulmasını isteyecek kadar küstahlaştı.

Parlamentoda ellerine "Afrin yalnız değildir" dövizlerini alan Avrupalı milletvekilleri, PKK/YPG'li teröristlerin yanında olduğunu açık bir şekilde beyan etti.

Avrupa parlamentosu adeta terör sözcülüğüne soyunmuştur. Her gün Avrupalı bir parlamenter Türkiye aleyhinde açıklama yapıyor. Avrupa'daki terör yandaşları Türk vatandaşlarını gördükleri yerde linç ediyor.

Ortadoğu coğrafyasına kulak verdiğimizde yine batıdan farklı bir sesduymak mümkün değil. İran'da 600 sanatçı, yazar, akademisyen Türkiye'nin sınırlarında güvenliği sağlamak ve bölgede huzur ortamı oluşturmak için başlattığı operasyona karşı bildiri yayımlamış. 22 Arap devleti Türkiye'yi işgalci gibi göstermek için söz birliği etmiş.

Avrupa'nın ve Asya'nın en uç noktalarından Türkün kanına susamışteröristlerPKK saflarında savaşmak için bölgeye geliyor.
Türkiye içerde ve dışarda varlık mücadelesi verirken siyasilerden akademisyenlere, sivil toplum örgütlerinden aydınlara toplumun her kesimi birlik ve dirlik içinde olmak mecburiyetindedir. 

Türk ordusu bölgede istikrarı sağlamak, ülkemize ve milletimize karşı kurulan tuzakları bozmak, terörü kökünden kazımak için var gücüyle mücadele etmektedir. Mehmetçiğin akan kanı vatan olmaktadır. Vatanın her karış toprağı bizim için azizdir. Bu mücadeleyi sulandırmak Türk Milletine ve Türk Devletine ihanetle eş değerdir.

Türkiye terör belasından kurtulacaksa gün bugündür. Asırlara sığmayan milli bekamızı sabote etmeye kalkışan, Türk Milletinin varlığına kast eden kim ya da kimler varsa bedeli ödetilmelidir. 

Kahramanlar vatan için bir birtoprağa düşmektedir. Her birininayrı bir hikayesi, ayrı bir yeri vardır. 

Ailesine "beklemesinler.." diye mesaj gönderen Türk askeri şu dizelerin hakkını verircesine ileri atılmıştır..

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.
Afrin'den Kerkük'e terörün kökünü kazıyana kadar dönmemek üzere..
Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,


Neden Kerkük


Ortadoğu'da Türklerin Müslüman oluşlarından itibaren özellikle Abbasiler döneminde ilk yerleşik Oğuz Türklerine Araplar ve Farslar Türkmen demişlerdir.
Irak'ın Türkmen bölgesinin hemen yakınlarında yaşayan Kürtler "Devlet" hakimiyetine pek ısınamadığı için Zagros gibi hep yüksek dağları tercih etmişlerdir. Irak Türkmenleri ise Selçuklu Devletinden itibaren köy, bucak, kaza, vilayet, eyalet gibi modern bir devlet unsuru olmayı tercih etmişler ve bunu başarmışlardır.

Tolunoğulları ve İhşidler'i de esas alırsak Türkmenlerin bölgedeki varlığı sekizinci yüzyıldan itibaren belirgin halde görülmektedir. Özellikle Karluk Türkleri bölgede hâkim unsur olarak göze çarpar.

Irak'ta Türk kültür ve sosyal hayatının merkezi eskiden beri Musul-Kerkük-Samarra üçgeni olmuştur. Selçuklu Türk İslam medeniyetinin üstüne oturan bu sağlam yapı Osmanlı yıllarından beri sosyal, kültürel, edebi, folklor kaynakları ile sürekli olarak Anadolu'yu beslemişlerdir. 

Osmanlının Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet ve hatta Cumhuriyet gibi yenileşme hareketlerinde Kerkük aydınları en önde yer almışlar, edebiyat ve siyasete dahil olmuşlar, ordunun bütün fütuhatına katılmışlardır.

Bugün Çanakkale'de, Sarıkamış'ta, Hicaz Cephesinde, Kafkasya Cephesinde, Filistin Cephesinde can verip yatan Türkmeneli şehitlerini saymakla bitiremeyiz.

Türkmeneli'nde petrol bulununcaya kadar bu topraklar gerçek anlamda bir huzur ve medeniyet toprağı olarak var olmuştur. 

1900 başlarında petrolün kokusu alınır alınmaz başta İngilizler olmak üzere bütün emperyalist güçlerin yanlarında huzursuzluğunu da getirdiği sömürge savaş alanı haline gelmiştir.

1959 yılından başlayan Türkmen nüfusunu bölgeden silip atma operasyonu bugüne kadar devam etmiştir. 1959 Kerkük katliamı Türkmeneli'inde yaşadığımız yüzyılın Kerbelası olmuştur. 

Irak Türkmeneli'nin kalbi Kerkük'tür. Türkmeneli'nin kalbi Kerkük'e pkk ve peşmerge hançerini sokup Türkiye Cumhuriyeti'ne meydan okunmaktadır. 

Orta Asya, Balkanlar, Kafkaslar, Suriye Türkmeneli, Irak Türkmeneli Türkiye'nin oksijen alanıdır, gönül coğrafyasıdır. Türkiye'nin bunlardan vazgeçmesi demek nefessiz kalması, intihar etmesi demektir.

Barzani Türkiye'nin yanlış politikalarını fırsata çevirerek bölgeyi emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kendi lehine şekillendirmek istemişti. Erbil'i nasıl oldubittiye getirdiyse Kerkük'ü de aynı şekilde oldubittiye getirerek ele geçirmek istemiştir.

Türkiye'nin iktidarıyla muhalefetiyle kararlı bir duruş sergilemesi bölgede tezgahlanan oyunu bozmuştur. Bir yandan İdlib operasyonu bir yandan Irak ile müşterek hareket edilmesi bir yandan İran'la temaslar kurulması bu oyunu bozmuştur.

Bölgede sisler henüz dağılmış değildir. Türkiye Misak-ı Milli davası ekseninde politikalarını sürdürmeli ve Türkmenlerin can, mal ve namus güvenliğini kalıcı olarak güvence altına almalıdır. 

Kerkük şehitliğinde yazılı olan "Kerkük gurbet değildir vatandır" haykırışını nesilden nesile aktararak devlet politikası haline getirmelidir.

Musul, Kerkük, Tuzhurmatu, Altunköprü, Telafer, Erbil bugün hala nefes alıyorsa "Türkmeneli Davası"na sahip çıkan Türk Milletinin milli şuuru, sarsılmaz iradesi sayesindedir.

Neredesin gavim gardaş diye her haykırışında Türkiye'den buradayım haykırışı karşılık bulmuştur. 

Kerkük Türksüz, Kerkük kimsesiz bırakılırsa tarih bizden utançla bahsedecektir. Oğuzun çocukları tarihte kara bir leke olarak görecektir bizi.

Kerkük Kut-ül Amare demektir. Türk'ün sarsılmaz iradesiyle İngiliz'e had bildirmesi demektir. Kerkük yüz yıldır intikam ateşiyle yananların yaktığı bir Türk yurdudur.

Tarih bilirseniz ancak o zaman Musul, Kerkük bir anlam ifade eder. 

Devlet Bey'in "Boş konuşmuyoruz, kuru sıkı atmıyoruz. Biz Kerkük'ün şeref tapusunu yağmalatmayacağız" haykırışı bu tarih bilincinin, Türk Milletinin milli şuurunun, sarsılmaz iradesinin ifadesidir.

Ne Mutlu Türküm Diyene!
En içten saygılarımla,


“OTLAKÇI” HİKAYESİNİN TAHLİLİ



1.            Hikâyenin Yazarı
Memduh Şevket ESENDAL
Memduh Şevket Esendal, İttihat ve Terakkiden Demokrat Partiye kadar uzanan dönemde adından sık sık bahsedilen önemli bir politikacı, on yedi yıl müddetince ülkesini başarıyla temsil etmiş bir hariciyeci, hatırı sayılır bir ressam-karikatürist olmanın ötesinde, XX. Yüzyıl Türk hikayeciliğinin önde gelen yazarlarından birisidir. Hikayeciliğimize yeni bir tarz kazandırma ve söz konusu türde en çok eser kaleme alma başarı ve unvanı da ona aittir.
İnsan
Mahmut Şevket Esendal, 28 Mart 1884’te Tekirdağ’ın Çorlu İlçesinde dünyaya gelmiştir. Çiftçilikle uğraşan Mehmet Şevket Bey-Emine Şadiye Hanım ailesinin üç erkek çocuğundan ikincisi olan yazarın asıl adı Mustafa Memduh’tur. XVIII. Yüzyılın ikinci yarısına kadar inen soyu, baba tarafından Nişastacızade Hüseyin Efendi ve Karakahya İbrahim Ağa’ya; anne tarafından ise Yanık Hüseyin Kaptan’a dayanmaktadır.
Mumduh Şevket Çorlu (mahalle mektebi ve rüştiye), Edirne (idadi), ve İstanbul (Mülkiye İdadisi)’daki çeşitli okullarda lise ikinci sınıfa kadar okumuş olmakla birlikte, düzenli bir mektep tahsili görmemiş; daha çok kendini yetiştirmiş bir otodidakttır. Bunda dönemin yanlış eğitim anlayışı ve eğitimdeki yetersizlikler ile ailevi problemler ve kendine güven duygusunun önemli tesiri vardır.
Esendal, babasının ölümü üzerine (1907), ailesinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalır. Bir ara Reji Muhafaza Müdürlüğünde memur olarak çalışır. 1908’de dayısının kızı Ayşe Faide Hanım ile evlenir. Yine bu yıllarda, hayatında çok önemli rol oynayacak olan politikaya yönelir ve genç yaşta İttihat ve Terakki Cemiyetine girer. II. Meşrutiyet’ten sonra, hem Kör Ali İhsan Bey ve Kara Kemal ile birlikte oluşturdukları Mesleki Temsilciler Grubunun hem de Esnaf Odaları Mümessilliği ve Anadolu Vilayetleri Müfettişliği görevlerinde bulunduğu İttihat ve Terakkinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olur. Ancak İstanbul’un işgali üzerine -arkadaşlarıyla birlikte- İtalya’ya kaçmak zorunda kalır. Dönüşünde Ankara’ya gider ve Millî Mücadele’ye katılır.
Tam bugünlerde Mustafa Kemal’in davetiyle karşılaşır ve Ankara Hükümeti’nin ilk dış temsilcisi olarak Bakü’ye gider (1920-1924). Ardından Tahran (1925-1930) ve Kabil (1933-1941) elçiliklerinde bulunarak uzun yıllar (yaklaşık on yedi yıl) Türkiye’yi yurt dışında başarıyla temsil eder. Bir ara arkadaşlarıyla, düşüncelerinin yayın organı durumundaki “Meslek” (1924-1925) gazetesini çıkarırlar. İstanbul’un çeşitli liselerinde (Kabataş, Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi) tarih öğretmenliği yapar.
Memduh Şevket, İttihat ve Terakkiden sonra, Elâzığ (1931-1933) ve Bilecik (1941-1950) milletvekillikleri görevi ile tekrar aktif siyasette yer alır. CHP Genel Sekreterliği (1942-1945) yapar. “Esendal’ın Mebusları” olarak tanına belli bir genç milletvekili grubunun Meclis’e girmesini sağlar. Hayatının son yıllarını evinde ailesi ve dostlarıyla geçiren Esendal, 16-17 Mayıs 1952 gecesi Ankara’da vefat eder.
Eser
Esendal'ın ilk yazıları İrtika (1902), Musavver Fen ve Edep (1900) gazete ve dergilerinde çıktı. Ama onun asıl hikayeleri ne zaman yazdığı bilinmiyor. Esendal yarım asra yaklaşan sanat hayatında 250 civarında hikâye ve 3 roman yazmıştır. Yayınlanan ilk hikayesinin 4 kânunuevvel 1324 (17 Aralık 1908) tarihli Tanin gazetesinde çıkan "Veysel Çavuş" olduğu Muzaffer Uyguner tarafından saptandı. İkinci olarak yayımlanan ise Çığır gazetesinin 1911 tarihli sayısında yer alan "İkisinin Arasında" adlı hikayesidir. Yine bu derginin 47. sayısındaki "Korku" adlı hikâye onundur. Ağustos 1912 tarihini taşıyan "El Malının Tasası" daha sonraları Meslek dergisinde "Vapur Davası" adıyla yayımlandı (31 Mart 1925), son kez de "Temiz Sevgiler" adıyla işlenerek aynı adı taşıyan kitabına alındı. Toplanabilen hikayelerinin sayısı 69' a ulaştı.
1934 yılında M.Ş.E. takma adıyla Ayaşlı ile Kiracıları romanını yayımladı. Bu romana CHP'nin düzenlediği roman yarışmasında derece verildi. Ülkü, Sanat ve Edebiyat Gazetesi, Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Türk Dili, Ulus dergi ve gazetelerinde hikayeleri yayımlandı.
Politikadaki kişiliğini ayrı tutmak istediğinden çalışmalarını, sayıları 12'yi bulan takma adlarla yayımladı. M.Ş.E., Mustafa Yalınkat, Mustafa Memduh, M. Oğulcuk, İstemenoğlu en çok kullandığı takma adlarından oldu.
Esendal, Cumhuriyet dönemi öykücülüğünde kendine özgün bir yer edindi. Bu yer, gelişim çizgisindeki Türk öykücülüğü için önemli bir kilometre taşı sayıldı. O yıllarda birkaç usta öykücü kişiliğinde temsil edilen Türk öykücülüğü, Esendal'ın kaleminde apayrı bir nitelik gösterdi. Esendal, toplumumuzun büyük çoğunluğunu oluşturan vefalı, çalışkan; evine, işine, yurduna bağlı insanları severek anlatan bir usta öykücümüz oldu. Fethi Naci, "Telgraf yazar gibi yazıyor romanını" dedi.
Memduh Şevket Esendal'ın Eserleri
Roman:
             Ayaşlı ve Kiracıları (1934-1957)
             Vassaf Bey (1983, ölümünden sonra)
             Miras
Öykü
             Bir Kucak Çiçek
             Bizim Nesibe
             Gödeli Mehmet
             Güllüce Bağları Yolunda
             Hava Parası
             İhtiyar Çilingir
             Kelepir
             Mendil Altında
             Otlakçı
             Sahan Külbastısı
             Veysel Çavuş
             Gönül Kaçanı Kovalar
             Mutlu Bir Son
             Hikayeler 1. Kitap (1946, Otlakçı adıyla 1958)
             Hikayeler 2. Kitap (1946 Mendil Altında adıyla 1958)
             Temiz Sevgiler (iki cilt, ölümünden sonra 1983)
             Veysel Çavuş (1984, ölümünden sonra)
             Bir Küçük Çiçek (1984, ölümünden sonra)
             İhtiyar Çilingir (1984, ölümünden sonra)
             Bütün eserleri 9 cilt olarak 1983-1984'te yayınlandı
Hatıra
             Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar
Mektup
             Kızıma Mektuplar
             Oğullarıma Mektuplar

2.            Hikâyenin Kimliği
Otlakçı
             Hikayeler 1. Kitap (1946, Otlakçı adıyla 1958)
(“Hikayeler-Birinci Kitap” ve “Otlakçı” adlarıyla)
Birinci Basım 1946(1958)
(“Temiz Sevgiler” adıyla)
İkinci Basım 1965
Üçüncü Basım 1983
Dördüncü Basım 1985
Beşinci Basım 1989
Altıncı Basım 1995
Yedinci Basım 1997
Sekizinci Basım 2001
Dokuzuncu Basım 2004
Onuncu Basım 2007
On Birinci Basım 2009
On İkinci Basım 2010
On Üçüncü Basım 2013
On Dördüncü Basım Ağustos 2016
             Esendal’ın “Otlakçı” seri toplamda 13 baskı yapılmıştır.
             Eserin tamamı 208 sayfadır.

3.            Hikâyenin Yapısı
Esendal’ın “Otlakçı” adlı eseri toplamda 208 sayfadır. Eserde toplam yirmi beş hikâye var. Eser üç bölümden oluşur.
             Birinci Bölüm: Memduh Şevket Esendal’ın kısa hayat öyküsünden bahsedilir (s. 7-9). Kitabı hazırlayan Muzaffer Uyguner’in “Öyküleri Yeniden Yayımlarken Bir İki Söz” başlıklı yazısı yer alır (s.9-13). Mustafa Şerif Onaran’ın “Esendal” adlı inceleme yazısı yer almaktadır. (s.13-31)
             İkinci Bölüm: Hikayeler yer alır. Gençlik (s.31-37), Kayışı Çeken (s.37-42), Arabacı (s.42-55), Bir Eğlenti (s.55-62), Otlakçı (s.62-67),  Dövüş (s.67-73),  Mülahazat Hanesi (s73-84), Köye Düşmüş (s.84-92) Bir Kadının Mektubu (s92-99), İki Kadın (s.99-121), Pazarlık (s.121-127), İki Ana İki Kız (s.127-133), Türbe (s.133-135), Haydar Beyin Sakalı (s.135-141), Söylüyor (s.141-146), Deli (s.146-149), Yirmi Kuruş (s.149-154), Bildim (s.154-160), Seni Kahve Paklar (s.160-169), Ev Ona Yakıştı (s.169-178), Asılsız Bir Sözün Esası (s.178-184), Eşek (s.184-188), Hastanenin Yemek Tablası (s.188-195), Düğün Dönüşü (s.195-199), İşin Bitti (s.199-205)
             Üçüncü Bölüm: Açıklamalar (s.205)


3.a Olay Örgüsü
* Hikâyenin Özeti: Öğlen yemeği yendikten sonra ailenin fertleri bir yerlere dağılır. Hayriye de kocasının gömleklerini ütülemeye başlar, bir saat ütüyle uğraştıktan sonra aklına kocası gelir. Kocasının nerde olduğunu merak eder. Ütü işini bitirir ve odasına gider. Kocasını kanepede rahatsız bir şekilde yatmış bulur. Kocasının anlındaki ter damlaları Hayriye’yi telaşlandırır, hasta olmasından korkar. Hemen bir yastık bulur. Kocasını uyandırmadan yastığı nasıl başının altına koyacağını düşünür, kolunu düzeltmek ister uyandırmaktan korkar. Kocası uyanır, yastık yerine Hayriye’nin dizine başını koyar. Ancak hayatlarının ocağında idiler ki biri ötekinin dizine başını koyduktan sonra uyumak olmazdı.

* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde yemekten sonra herkesin bir yerlere gitmesi, Hayriye’nin ütü yaparken kocasını hatırlaması anlatılmıştır.
Düğüm: Hikâyenin bu bölümünde Hayriye’nin kocasını merak etmesi, uyurken alnındaki ter damlacıklarından hasta olduğunu sanması, kocası için yastık araması anlatılmıştır.
Çözüm: Çözüm bölümünde Hayriye’nin yastığı koyacağı sırada kocasının uyanması, yastık yerine Hayriye’nin dizine başını koymasından söz edilmiştir.
3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Hayriye Hanım: Evin ortanca kızı, daha kız sayılacak kadar taze görünen güzel bir kadın. Kocasını çok seven fedakâr biri.
Hayriye’nin Kocası: Kumral bir delikanlı.
Kahramanlar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
* 2. Dereceden Kişiler: Büyük Hanım, Büyük Efendi,
* 3. Dereceden Kişiler: Kevser (hizmetçi), Kerim Bey (komşu)
3.c Zaman
Öğlen yemeğinden sonraki bir iki saatlik süre hikâyenin zamanını oluşturur. Hikâyede Hayriye’nin ütü işinin bir saat sürdüğü de belirtilmiştir.
“Bu ütü işi belki bir saat sürdü. Hepsi bitince ütülediklerini sıralamaya başladı.”                                                                                               (Sayfa: 32)
3.d Mekân
İstanbul’da Erenköy ile Göztepe arasında bulunan köşk, hikâyenin tek mekânıdır.
4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Bir kadının kocasına bağlılığı
4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Seven kadın kocasına değer verir.



5. Anlatım
5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır; kendi düşüncelerini de hikâyeye katmıştır, kahramanların davranışlarını genelde beğenici ve tasdik edicidir.
“Ancak hayatlarının ocağında idiler ki biri ötekinin dizine başını koyduktan sonra uyumak olmazdı!”       (Sayfa:36)
5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar sade, açık bir dil kullanmıştır. Çok uzun olmayan, anlam karışıklığı yaratmayan cümleler kurmuştur. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.
“Çamaşırları odasına bırakıp kocasını aramak istedi. Ütülediklerini iki kolunun üstüne alıp odasına çıktı. Kapıdan girdi,” (sayfa: 33)
Yazar hikâyenin baş kahramanı Hayriye’nin psikolojisini de anlatmıştır.
“Evlilik ne tuhaf! Kızlıkta, erkek düşünmek yasak, erkek yasak. Sonra günün birinde bir erkeği getirip adamın odasına bırakıyorlar!” (Sayfa: 34)
Hikâyede karşılıklı konuşmalara da yer verilmiştir.
- Anne!
- Ne var?
- Sizin yeni yüz yastıklarınız nerede?                                        (Sayfa: 34)
Yazar Şevket Esendal gayet sade, açık bir Türkçe’yle sıradan bir olayı hikâye etmiştir. Yazarın yorumu yok denecek kadar azdı. Okuyucular tarafından zevkle okunup, beğenilecek bir hikayedir.

HİKAYE: KAYIŞI ÇEKEN
    3.a Olay Örgüsü
* Özet: Hikâye Ali Rıza Efendi’nin iş çıkışı bir meyhanede yaşadıklarını arkadaşına anlatmaya başlaması ile başlar.
Ali Rıza Efendi en az masrafla, kaynana, baldız derdi olmadan evlenmek ister. Ama işler umduğu gibi gitmez. Çeşitli sorunlar çıkar, karısının yanına önce evlatlık bir kız alır, sonra Ermeni bir temizlikçi, günün birinde Ali Rıza Efendi’nin karısı hastalanır. Bu sefer de kaynana, onunla beraber kocası ve oğlu da gelir. Kadının hastalığından sonra hamileliği başlar, bu olayla beraber kaynana kızlarını da getirir, toplu olarak Ali Rıza Efendi’nin evinde yaşamaya başlarlar. Bütün bunlardan sonra Ali Rıza Efendi yaptığı borçlardan, evdekilerin masraflarından haberdar olmamak için her akşam kafayı iyice bulduktan sonra eve gitmeye, çoğu günler elbiseleri sırtında uyanıp işe gitmeye başlar.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Serim bölümünde Ali Rıza Efendi’nin evlenmek istemesi masrafsız bir düğün, akrabalardan uzak bir evlilik yapmak isteği anlatılmıştır.
Düğüm: Bu bölümde Ali Rıza Efendi’nin karısının yalnız kalmaktan korkması ile bir kız, parmağının dolama olmasıyla temizlikçi alınmasını, karısının hamile kalmasıyla da kaynanasının ve onun ailesinin Ali Rıza’nın evine taşınması anlatılmıştır.
Çözüm: Ali Rıza Efendi’nin tek çareyi akşamları iyice sarhoş olup, eve öyle gitmekte bulduğu bu bölümde anlatılmıştır.
     3.b Kişiler:
Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Ali Rıza Efendi, daire memurudur.
     3.c Zaman:
Mesai saati sonrası, akşam üzeri hikâyenin gerçek zamanıdır; fakat geçmişte yaşanan olayların anlatılması ile geriye dönüş tekniği kullanılmıştır.
“Ancak, mübarek gelince gitmek biliyor mu? Elmasım bir ay birde kaldı.”
“Kim bilir eskiden mi tanıyordu, neydi? Sormadım bile! Aradan birkaç gün geçti, gene bizde.”  (sayfa:39)
    3.d Mekân:
İstanbul Fener’de bir meyhane.
4. İçerik/Muhteva
Hikâyenin Konusu: Ali Rıza Efendi’nin rahat, sorunsuz bir evlilik yapma isteği.
    4.a Ana Tema
Hikâyede Ana fikir: İnsanlar her zaman istedikleri gibi yaşayamazlar
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı
Bakış Açısı: Hikâye, başkahraman Ali Rıza Efendi’nin ağzından anlatılmıştır. Ali Rıza başından geçenleri karşısındaki arkadaşına anlattığı için, hikâye sohbet havası taşımaktadır.
“Evlenip de karının çengeline düşmeyegör, elmasım! Sen bana kendi başımda olanı sorsana! Yaa! Evlenecek oldum, sanki başıma gelecekleri bilirmiş gibi, kimsesiz olsun, dedim.” (sayfa 37)
Hikaye durum hikayesidir. Ali Rıza Efendi bir meyhanede otururken bütün yaşadıklarını anlatmaktadır. Hikâyede Ali Rıza Efendi’nin başına gelen olaylar biraz abartılmıştır. Hikâyede olağanüstü bir olaya ve kahramana yer verilmemiştir. Tasvir ve tahlillere de rastlanmaktadır. Konu ve ana fikir açısından bakıldığında herhangi bir uyumsuzluğa rastlanmaz.
5.b Dil/Anlatım/Üslup
Hikâyede sade bir Türkçe hemen göze çarpar. Şive ve ağız özelliklerine yer verilmemekle birlikte, “Neden mi dersen?” gibi kullanımlara da rastlanmaktadır. Cümleler normal uzunlukta, anlaşılması kolay cümlelerdir. Hikâyede karşılıklı konuşma yok gibidir. Söze Ali Rıza Efendi başlar ve hep o anlatır, karşıdaki kişi dinler. Ayrıca karşıdaki kişiye hep “Elmasım” diye hitap etmiştir.
“Eh elmasım, herkes evinde! Allah rahatlık versin otursun, ben de bizim evde. Ancak günün birinde bizimki hastalandı.”  (sayfa:39)
M. Şevket Esendal’ın başarılı olduğu Çehov tarzı hikayelerinden biri olan bu hikaye açık, anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır. Hikayenin tamamı kahramanın ağzından o güne kadar başına gelen olayların anlatımından ibarettir. Zevkle okunacak, güzel bir hikayedir.


HİKAYE : ARABACI ALİ
                3.a Olay Örgüsü
Hikâyenin Özeti: Hikâye bir Zabit’in Arabacı Ali’nin arabasıyla yaptığı yolculuğun anlatılmasıyla başlar. Bir handa konaklamaları savaş öncesinde yaşanan başı boşluğun anlatılması ile devam eder. Kaçaklar dağda çete kurmuş, hancının karısını da öldürmüşlerdir. Jandarma ise bu olayla ilgilenmez, çünkü ülke düşman işgalindedir ve devlet ortada yoktur. Aradan birkaç yıl geçer. Kurtuluş Savaşı’nda Zabit ile Ali tekrar karşılaşırlar. Ali asker olmuş; İnönü, Sakarya Savaşlarına katılmıştır.
Savaş sonrasında Zabit tekrar bir yolculuk yapar ve yine Ali ile karşılaşır. Ali bu sefer karşısına bir kanun kaçağı olarak çıkar. Kavga ettiği adamın yediği tokattan birkaç gün sonra ölmesi, Ali’nin suçlanmasına neden olur, o da dağa kaçar. Ali bütün bu yaşadıklarını Zabit’e anlatır ve ondan yardım ister.
Zabit Konya’ya vardığında tanıdıklarıyla konuşacağına dair Ali’ye söz verir; fakat o Konya’ya varmadan Ali jandarmalar tarafından öldürülür.
Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde Zabit’in Ali’nin arabasıyla yaptığı yolculuk, ülkenin düşmanlar tarafından işgali, çete olaylarının yaşanması, Ali’nin savaşa katılması, Aziz Bey’in yanına verilmesi anlatılır.
Düğüm: Savaş sonrasında Ali’nin adam öldürmesi, çeteye girmesi düğüm bölümünü oluşturur.
Çözüm: Bu bölümde Ali’nin Zabit’i bulması ondun yardım istemesi anlatılır, fakat yardım edemeden Ali’nin jandarmalar tarafından öldürülmesi anlatılmıştır.
Hikâyede Ali’nin başından farklı zamanlarda geçen olaylar kronolojik bir sıra içinde anlatılmıştır. Hikâye sade bir anlatıma sahiptir. Düz sıradan cümleler kurulmuştur. Olağanüstü hadiselere veya kahramanlara yer verilmemiştir. Hikâyede tahlillere yer verilmezken çevre tasvirleri vardır.
“Yıkılmış kerpiç duvarlar, damları çökmüş odalarla çevrilmiş eski bir han avlusundayız.” (sayfa:43)
“Burası karanlık, serin bir yer. Gözlerim bu karanlığa alışınca, bir yandan bir seki, onun karşısında boş bir ocak, yanında duvara dayanmış dolu iki çuval gördüm.” (sayfa:44)
                3.b Kişiler
Hikâyenin Şahıs Kadrosu:
Arabacı Ali: Uzun boylu, yirmi yaşlarında, yanık yüzlü, eğri bakışlı biridir. Savaş öncesinde arabacılık yapan Ali savaş sırasında asker olur, savaş sonrasında ise kanun kaçağı olur.
Zabit: olayları anlatan kişidir. Ali’ye hayatının çeşitli dönemlerinde rastlar.
Aziz Bey: Ali, Aziz Bey’in emrindeki askerlerden biridir. Savaştan sonra Aziz Bey Ali’yi şoför olarak yanına almış, geçinemeyince kovmuştur.
                3.c Zaman
Hikâyede üç ayrı zaman dilimi vardır. Yazarın anlattığı ilk zaman dilimi; Kurtuluş Savaşı’ndan önce ülkenin çeşitli yerlerine düşmanın girdiği, başıboşluğun arttığı dönemdir. İkinci zaman dilimi savaş yıllarının yaşandığı zamandır. Üçüncü zaman dilimi ise savaş sonrasının anlatıldığı zamandır.
                3.d Mekân
Hikâyenin mekânı birden fazladır. Hikâyede ismi geçen yerler: Sivas, Niğde, Afyon, Konya, Karabaşoğlu Değirmeni, Taşönü’dür. Hikâye oldukça geniş bir coğrafyada anlatılmıştır.
4.            İçerik/Muhteva
Konu: Ali isminde bir arabacının Kurtuluş Savaşı’ndan önce, Kurtuluş Savaşı döneminde ve sonrasında yaşadıkları.
4.a Ana Tema
Ana fikir: İnsanlar ülkeleri için canlarını ortaya koyarken bazen de o ülkenin yasalarına ters düşebilir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Yazar, olayları Arabacı Ali’nin hayatına faklı zamanlarda giren bir zabitin ağzından anlatmıştır.
“Uyandım, kendimi yalnız buldum. Arabacı ile hancı dışarı çıkmışlar. Ben de çıktım. Arabacı atlarını koşmuş, tekerleklere su döküyordu.”      (sayfa:45)


5.b Dil/Anlatım/Üslup
Hikâyenin dili sade, yalın ve akıcıdır. Cümleleri kısa ve anlaşılırdır. Karşılıklı konuşmalar hikâyenin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Yazar nadiren de olsa yöresel ağır özelliklerine yer vermiştir; ama hikâyenin tamamı İstanbul Türkçesi ile yazılmıştır.
“- Çıkarmadım.
- Paralar nerede idi?
- Sakladımdı, dedi. (sayfa:47)
- Ya döğe döğe öldüreydiler?”
Yazarın “yola çekildik, iki ay ileri, candarma” gibi kelime kullanımları vardır.
Hikâye üç farklı zaman dilimini anlatması ve tarihi olaylar hakkında da bilgi vermesi bakımından önemlidir.
“Ankara kuruldu. İnönü, Sakarya Savaşları yapıldı, yeniden Afyon önünde tutunduğumuz günlerde idi” (sayfa:50)
Bir kişinin hayatının değişik dönemlerinde başından geçen olayları bir arada verir. Güzel, anlaşılır bir hikayedir.

 HİKAYE: BİR EĞLENTİ
3.a Olay Örgüsü
Hikâyenin Özeti: Bir cuma günü iki arkadaş bağlara giderler. Gezerken bir adam yanların ayaklaşır, Hacı Ali’nin selamını söyler ve onları evinde beklediğini iletir. Hacı Ali’nin evine giderler, içki meclisi kurulmuştur. Çarşıda karşılaştıkları esnafın büyük bir bölümü oradadır. İçmeye başlarlar, Zarife ve “Çalmalı” diye anılan iki kadın getirirler. Kadınlar oynamaya, meclistekiler coşmaya devam eder. İki arkadaş gitmek ister, fakat arabacı çoktan gitmiştir. Hacı Ali ısrar eder, kendi arabalarıyla onları göndereceğini, beklemelerini ister. Eğlenmeye devam ederler, iyice sarhoş olurlar. Bu arada dışardan gürültüler duyulur, meclistekiler dışarı çıkar. Sesler yükselir, gürültü, patırtı olur derken Kel Hüseyin öldürülür, Hafız’ın öldürdüğü söylenir.
Bu olaylar sırasında iki arkadaş kadınlarla içerde kalırlar. Adamın öldürüldüğünü duyunca koşarak oradan uzaklaşırlar. Ertesi gün yine bütün esnaf eskisi gibi davranır; hiçbir şey olmamış gibidir. Kel Hüseyin’in kim tarafından vurulduğu araştırılır; Hafız’ın vurduğu söylense de yine de kimse tutuklanmaz.
Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: İki arkadaşın bağlarda gezmesi, Hacı Ali’nin evine gitmeleri, evde içki meclisinde eğlenmeleri bu bölümde anlatılan olaylardır.
Düğüm: Bu bölümde herkes eğlenirken, dışardan gürültülerin gelmesi, içki meclisinde bulunanların dışarıya çıkması ve Hafız’ın Kel Hüseyin’i öldürmesi anlatılır.
Çözüm: Ertesi gün herkesin hiçbir şey olmamış gibi işine gitmesi, katilin kim olduğunun bulunamaması bu bölümde anlatılmıştır.
Hikâyenin başlığı ile konusu uyumludur.
3.b Kişiler
Hikâyenin Şahıs Kadrosu:
İki arkadaş: Bu iki arkadaş hakkında bilgi verilmemiştir, yalnız bu arkadaşlardan biri hikâyenin anlatıcısıdır.
Hacı Ali: babası öldükten sonra çok zengin olmuştur. Rakıyı çok sever.
Kahveci Zade Emin Efendi: Uzun boylu, kısa çember sakallı, cüppeli, şalvarlı, fesinin üstünde üç parmak abani sarıklı, güler yüzlü bir adamdır.
Hacı Mehmet: Tüccar
Kırağa Zade Ali Efendi: Genç uzun boyludur. Bir un değişmenin sahiplerinden biridir.
Zarife: Ufak, tefek, çok sevimli bir kadındır, çok da güzel oynar.
Çalmalı: Bu kadının ismi verilmemiştir; genç, iri bir kızdır.
Kel Hüseyin: Öldürülen adamdır.
Hafız: Hüseyin’i öldürür.
3.c Zaman
Hikâyede anlatılan olaylar, yaz mevsiminin sıcak bir cuma günü yaşanmıştır. Zaman tam olarak öğle ile gece arasındaki süreyi kapsamaktadır. Olaylar bu süre içinde yaşanır. Baş kahramanın çevresindeki olay ve kişilerden etkilenerek hayale daldığı:
“Ben, sanki senelerden beri kaybedip de bulamadığım bir şeyi bulmuş gibi bu adamın okuduklarını dinlemeye başladım.” (sayfa:61)
ve geleceğe gittiği olmuştur.
“Emin Efendi’nin soluk çehresi, kemiklerinin üstüne yapışmış pörsük derisi ……… bana onun ölü çehresini düşünürdü. Onu, tabutunun içinde gördüm. Burun kanatları yapışmış, ağzı yarı açık kalmıştır.”  (sayfa:62)
      3.d Mekân
Hikâyede iki farklı mekân vardır. Bunlardan birincisi iki arkadaşın gezdikleri bağlar, diğeri Hacı Ali’nin evidir.
* Hikâyenin Konusu: Bir yaz gecesinde yaşanan eğlence
* Hikâyede Ana fikir: İnsanlar eğlenirken bile bir huzursuzluk çıkabilir
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Olaylar hikâyenin baş kahramanının ağzından anlatılmıştır. Bu karakter hakkında bilgi yoktur. Baş kahraman bazen çevresindeki olay ve kişilerden etkilenerek geçmişe ve geleceğe gidip gelmiştir. (zaman anlatımında örneklendirilmiştir.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
Yazar, sade, anlaşılır bir dil kullanmakla beraber etkileyici, biraz karmaşık bir anlatıma da yer vermekten geri durmamıştır.
“Ben sanki senelerden beri kaybedip de bulamadığım bir şeyi bulmuş gibi bu adamın okuduklarını dinlemeye başladım.” (sayfa:61)
Bu anlatımla yazar kahramanın iç dünyasındaki yalnızlığı da gözler önün sermiştir. Yazar hikâyede “kahvecik, cıgara” kelimeleri farklı şekillerde kullanmıştır. Tasvirlere çokça yer vermiştir.
* Tabiat Tasvirlerine:
“Ortalık sessiz, yeni çiçeklenen, yapraklanan dallar uzanıyor. Kerpiç duvarların güneşli yüzünde kertenkeleler koşuyor. Böğürtlenlerin dibinde böcekler uyanmaya, yollar tozlanmaya, kırlar çiçeklenmeye başlamıştır.” (sayfa:58)
* İnsan Tasvirlerine :
“Uzun boylu, zayıf, uzun bir fes giymiş; üstüne koyu renkli, beyaz çiçekli bir yemeni sarmış, dizinde elifli şalvar, ayağında beyaz çoraplar, belinde ince şal kuşak, ipekli Hama kumaşından dar bir mintan giymişti.” yer vermiştir. (sayfa:58)
Yukarıda görüldüğü gibi hikayedeki tasvirler son derece açık ve nettir. Gözleme dayanan bir anlatım kendini hemen hissettirir. Hikayedeki cümleler normal uzunlukta, anlam karışıklığına yol açmayacak türdendir.
Hikâyede bir eğlentinin bile insanın içinde huzursuzluğa, hüzünlü bir duyarlılığa yol açtığı çok güzel ifade edilmiştir. Okunması ve anlaşılması kolay bir hikayedir, fakat hikâyede bütün olayların sadece baş kahramanın bakış açısından yansıması sınırlayıcı olmuştur.

HİKAYE: OTLAKÇI
Özet: Baş kahraman, Mahmut Efendi’ye sigara tabakasındaki bütün saçak tütünleri içip ona tozunu bıraktığı için çok kısmaktadır. Mahmut Efendi bunu huy edinmiştir. Baş kahramanın her fırsatta tabakasındaki saçak tütünü içer; onu delirtir. Baş kahraman rahmetli İlhâmi’yi hatırlar, o da otlakçıydı ama incelikli biriydi. Mahmut Efendi’ye hiç benzemezdi. Bir gün kahvede Mahmut Efendi her zamanki gibi Baş kahramanın tabakasındaki tütünün saçaklarını bitirip tozunu bırakır; Baş kahraman, Mahmut Efendi’ye kızar; ve iyice kavga ederler. Baş kahraman, Mahmut Efendi’den artık kurtulduğunu sanır ama Mahmut Efendi ertesi gün Baş kahramanın evine gider ve ondan özür diler, tabakasındaki saçak tütünden içer.
Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Baş kahraman hayatında başka otlakçılar da gördüğünü ama Mahmut Efendi gibisini görmediğini anlattığı, kıyaslama yaptığı bölümdür.
Düğüm: Bu bölümde baş kahramanla Mahmut Efendi’nin otlakçılığı yüzünden çıkan kavga anlatılmıştır.
Çözüm: Kahvede birbirlerine bir sürü laf söyleyen bu iki kişinin barışması, Mahmut Efendi’nin hiçbir şey olmamış gibi baş karakterinin sigarasından tekrar otlanmaya başlaması anlatılır.
Hikâyede olağanüstü olay ve kahramanlara yer verilmemiştir. Hikâyenin başlığı anlatılan konunun özeti gibidir.
Hikâyenin Şahıs Kadrosu:
Baş Kahraman: Hikaye’nin anlatıcısı, aynı zamanda baş karakteridir. Hakkında bilgi verilmemiştir. Mahmut Efendi’den hoşlanmadığını hikâyeden çıkarabiliriz.
Mahmut Efendi: Otlakçıdır. Herkesten sigara otlanır, aynı zamanda çok da yüzsüzdür.
İlhami: Ölmüştür. İsmi Mahmut Efendi’yle kıyaslanırken geçer, o da otlakçıdır ama Mahmut Efendi’ye hiç benzemez.
Miralay Esat Bey: Hikâyede ismi geçer hiçbir özelliğine yer verilmemiştir.
Hikâyede geçen olaylar yaşandıktan sonra anlatılmıştır. Olayların yaşandığı zaman dündür. “Dün artık dayanamadım söyledim.”       (sayfa:66)
      3.d Mekân
Hikâyede olaylar kahvede ve baş kahramanın evinde geçmiştir. Mekân sadece olayın yaşandığı yer olarak verilmiş; mekanların tasviri yapılmamıştır
* Hikâyenin Konusu: Otlakçı Mahmut Efendi’nin yüzsüzlüğü
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Anafikir: Bir insan otlakçılığı huy edinmiş ise ne kadar kızarsanız kızın ertesi gün yine aynı tavrını sürdürür.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Hikâye baş kahramanın ağzından anlatılmıştır. Baş kahraman bir otlakçıyla yaşadığı olayları kendi bakış açısıyla anlatmıştır. Baş kahraman olayları yaşadıktan sonra anlatmıştır. Yazar baş kahramanla bütünleşmiştir.
“Ertesi sabah çocuk haber verdi ki efendi gelmiş, beni görmek istiyormuş.”
(sayfa:70)
Dil ve Üslup: Dil sade ve anlaşılırdır; ama “kemeli, mundar, cıgara” gibi kelimelerin yazımında yanlışlık vardır. Yazar baş kahramanın yerine kendini koymuş ve başından geçen bir olayı anlatmıştır; hikâyede sohbet havası vardır.
“Ancak Mahmut Efendi bana darıldı, ben de ondan kurtuldum sanmayınız.”
(sayfa:70)
“Siz olsanız ne yaparsınız? Özür dileyen bir adam kalkıp evinize kadar da gelirse … Benim yüzüm tutmaz…” (sayfa:68)
Yine yukarıdaki alıntıdan da görüleceği gibi bazı şeyler okuyucunun yorumuna bırakılmıştır. Cümleleri kısa ve anlaşılır olan hikâyede ağız özelliği taşıyan kelimeler de “kardaş” vardır.
Hikâyede tasvir ve tahlillere hiç yer verilmemiştir. Olağanüstü masalımsı unsurlara da rastlanmamaktadır.
Hikâye çok samimi bir dille yazılmıştır. “Huylu huyundan vazgeçmez.” Düşüncesi üzerine kurulmuştur. Zevkle okunacak, ders çıkarılacak bir hikayedir.

HİKAYE: DÖĞÜŞ
Özet: Akif, akşam dayısının verdiği bir lirayı bakması için Aziz’e verir; fakat Aziz parayı geri vermek istemez. Akif önce ne yapacağını şaşırır, ısrarla parasını ister, parayı geri alamayacağını anlayınca Aziz’i hocaya şikâyet eder. Hoca Aziz’i döver ve parayı Akif’e geri verir.
Aziz bunun öcünü Akif’ten almak için okul çıkışını bekler, Aziz okul çıkışında birkaç arkadaşıyla önde gider. Akif uzaktan onları görür, çok kötü olur, fakat yolunu da değiştirmez. Aziz, Akif’i döveceğinden emindir, ona doğru ilerler Akif ise hem parasını kaptırmak hem de dayak yemek istemez, kendine güvenir, kaçmak yerine Aziz’le kavga eder. Akif Aziz’i kimsenin ummadığı bir şekilde döver.
Akif parasını kaptırmadığı ve dayak yemediği için mutlu olur; Aziz ise kendinden küçük birinden dayak yediği için önceki zorba tavırlarından vazgeçer.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde, Akif’in parasını arkadaşlarına göstermesi, Aziz’in parayı zorla alması, hocanın Aziz’i dövmesi ve parayı Akif’e geri vermesi anlatılmıştır.
Düğüm: Okul çıkışında Aziz ile Akif’in kavga etmesi, bu bölümde anlatılan olaydır.
Çözüm: Akif’in Aziz’i dövmesi ve Aziz’in eski zorbalığının yok olması bu bölümde anlatılmıştır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Aziz: Sınıfın zorba çocuklarından biridir. On üç-on dört yaşlarında, kavgacı bir çocuk olan Aziz, Hasan Kahya’nın oğludur.
Akif: On yaşlarında sessiz sakin bir çocuktur. Tahsildar Hakkı Efendi’nin oğludur.
Hoca Efendi: Azize dayak atan kişidir.
Çocuklar: Sınıfta bulunan diğer çocuklardır. Tek tek isimleri verilmemiş; “çocuklar” diye, topluca söz edilmiştir.
3.c Zaman
Hikâyede zaman yıl, ay, gün olarak tam belirtilmemiştir. Yine de okulda ders arasındaki ve okul dağıldıktan sonraki süre hikâyenin zamanını oluşturmaktadır.
      3.d Mekân
Hikâyede ana mekân okuldur; kavganın gerçekleştiği Bakkal Mustafa Efendi’nin kapısı aynı zamanda Akif’in evi hikâyede geçen diğer mekanlardır.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Kendine güven
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: İnsan kendine güvenirse en zor işlerin üstesinden gelir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü tekil şahıs ağzından anlatmıştır. Olayları anlatırken tamamen kendini hikâyeden soyutlamış dışardan biri gibi kalmamıştır. Yazar kendi düşüncelerini de hikâyeye katmıştır.
“Akif umutsuzdu ama, bu parayı da Aziz’e yedirmeyecek. Ne yapmalı? Zorla almaya gücü yeter mi?” (sayfa:72)
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
Dil ve Üslup:
Yazar, hikayesinde günlük hayatta karşılaşılabilecek sıradan bir olayı sade, açık, anlaşılır bir dille anlatmıştır. Hikâyede herhangi bir tahlil veya tasvire rastlanmamaktadır. Akif’in parasını Aziz’e kaptırırken ki psikolojisi sadece “Akif umutsuzdu” cümlesiyle anlatılmıştır.
Yazar, hikayesinde eski tabirlere, “Mektep azat oldu.” (sayfa:74), küfürlü sözlere yer vermiştir:
“- Bırak ulan piç.” (sayfa:75)
“- Köpoğlu, kedi gibi, dedi.
- Köpoğlu senin babandır, babanın oğludur, diye bağırdı.” (sayfa:76)
Güzel bir hikayedir, çocukların zevkle okuyup, anlayacakları, ders çıkaracakları bir hikayedir. Akif’in hakkını korumak için önce hocasından yardım istemesi sonra kimsenin yanında olmadığı bir zamanda tek başına olduğunun farkına vararak, kendine güvenmesi hikayeden çıkarılacak olumlu davranışlardır.
Hikâyede yazar o dönemin hocaları hakkında, sorunları nasıl çözdükleri yolunda da bilgi vermiştir.

HİKAYE: MÜLAHAZAT HANESİ
     3.a Olay Örgüsü
Özet: Kaleme bir telgraf gelir. Muavin ve mümeyyiz telgrafa nasıl bir karşılık vereceklerini bilemezler. Telgraf, yoksul bir işçinin haftalık yerine gündelik para istemesi, bunun kabul edilmediğini fakat bu gibi isteklerin diğer işçileri de ayaklandırabileceği, kasadaki paranın korunması için jandarmaya haber verilmesi gerektiği ile ilgilidir. Muavin kararın daha üst bir kişi tarafından alınmasını ister. Çünkü işler kötü giderse sorumluluğu almak istemez. Telgrafla birlikte müsteşarın yanına gider, müsteşar, telgrafı inceler fakat herhangi bir emir vermek istemez. Müsteşar, muavini de yanına alarak Nazır Bey’in odasına giderler. Nazır telgrafı okur, jandarmayı arar ama yeterli jandarma olmadığını öğrenir.
Nazır öfkelenir bir yandan da sigara ağızlığını devletin resmî belgesi olan telgrafla temizlemeye başlar, oysaki telgraf kayıtlara geçmiştir, mümeyyiz korkar, bu durumda ne yapmak gerektiğini düşünür. Kalemdeki diğer memurlar da düşünür, defatir-i resmiyyeye ne yazacaklarına karar veremezler.
“Telgraf, Nazır tarafından yırtılmıştır.” diye yazmayı uygun bulurlar.
Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde kaleme gelen telgrafla önce mümeyyiz ve muavinin sonra müsteşar ve Nazır Bey’in ilgilenmesi sorunu çözmeye çalışması anlatılıyor.
Düğüm: Sorunun çözümlenmesinden hariç Nazır Bey’in telgrafla sigara ağızlığını temizlemesi, resmi deftere geçmiş bu belgenin başka yetkililer tarafından istenmesi halinde yaşanacak güçlükten, bu bölümde söz edilmiştir.
Çözüm: Bu bölümde resmi deftere “telgraf yırtılmıştır” diye yazmanın uygun bulunduğu anlatılır.
Hikâyenin başlığı ile konusu uyumludur. Hikâyede olağanüstü kişi ve olaylara yer verilmemiştir. İşten anlamayan devlet adamlarının durumunun basit bir olay örgüsü içinde anlatılmasından oluşan hikâye gözlem sonucunda oluşturulmuştur.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Muavin Bey: İşten anlayan biridir ama korkak olması en büyük eksikliğidir.
Mümeyyiz, Müsteşar, Nazır Bey hikâyenin diğer kahramanlarıdır. Dikkat edileceği gibi bu kişilerin isimleri verilmemiş sadece unvanları ile hitap edilmiştir. Bu kahramanlar hakkında pek fazla bilgi yoktur, fakat hikâyenin tamamına bakıldığında bu kişilerin devlet işlerinden anlamadıkları, sorun çözücü olmadıkları görülür.
      3.c Zaman
Hikâyede belli bir zaman verilmemiştir. Fakat devlet dairesinde bir gün içinde yaşanmış olaylar anlatılmıştır.
      3.d Mekân
Devlet dairesi o günkü tabiriyle “kalem”dir.
* Hikâyenin Konusu: Devlet işlerinde düşülen komik durumlar
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Devletin idari kadrolarında iş başına bilen kişilerin getirilmemesi devleti zor duruma düşürür.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Yazar, hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmış, kendini olaylardan soyutlamıştır, direk anlatıcı konumundadır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Memduh Şevket Esendal’ın hikayelerinde kullandığı o sade, açık ve akıcı dili bu hikayesinde göremiyoruz. Birçok yabancı kelime kullanılması hikâyenin anlaşılmasını engellemiştir. Hikâyenin başında kaleme gelen telgrafta ne söylenmek istediği anlaşılamamaktadır. Bu yüzden de kitabın arka kısmında telgrafın açıklamasına yer verilmiştir. Telgraf şu şekilde yazılmıştır:
“….. bimennihilkerim, yirmi amele ile kat’iyatta mübaşeret olunmuş ve ameliyat dâhi yevmen fe yevmâ terakki etmekte bulunmuş …” (sayfa:78)
Bu telgrafın dışında da hikâyede geçen birçok yabancı kelime vardır. Örneğin: yevmülbeter, mütedeyyin, tasdi etmek, maaliftihar vb. Bu kelimelerin de anlamları kitabın sonundaki “Açıklamalar” bölümünde verilmiştir.
Yazar hikâyede tasvirlere yer vermiştir.
“Müsteşar, eski İstanbul kibarı çocuğu, bacakları gövdesinden incerek de karnı iri, gerdanı yumuşak, sarkıkça, burnu uzun ve iri, kırk yaşlarında bir adam”
(sayfa:84)
Hikâyede bürokrasiden anlamayan insanların devlet işlerinde bocalamaları, nasıl davranmaları gerektiğini bilmemeleri anlatılmıştır. Konu bakımından güzel; zamanın ve günümüzün sorunlarını dile getirmesi bakımından da önemli bir hikayedir, hikâyenin tek kusuru ağır bir dile sahip olmasıdır, bunun sebebi olarak devlet işlerinde Arapça ve Farsça kullanılması gösterilebilir.

HİKAYE: KÖYE DÜŞMÜŞ
     3.a Olay Örgüsü
* Hikâyenin Özeti: Olay Ankara ile Eskişehir arasında bir tren istasyonunda geçiyor. Kırk kırk beş yaşlarında, üstü başı dökük bir beyefendi ile iyi giyimli bir beyefendi arasında tren gelinceye kadar geçen konuşmadan ibaret. Kırk kırk beş yaşlarındaki beyefendi anlatıcı konumunda. Anlatıcı İstanbul’da doğup büyümüş, çeşitli memurluklar yapmış daha sonra geçim darlığına düşüp köye yerleşme fikrine kapılmış biri. Meşrutiyetin ilanında dahli olan ittihatçıları destekleyen biri, Osmanlının kötü giden ekonomisi ve bunun hayatına yansımalarından oldukça rahatsız. Geçmişte içinde bulunduğu düşüncelerin pişmanlığını yaşıyor. Mahallelerine taşınan Mustafa Efendi ile tanıştıktan sonra geçim sıkıntısına çözüm olarak Mustafa Efendi’nin önerdiği köye yerleşme fikri hoşuna gidiyor ve bir köye yerleşiyor. Ancak Mustafa Efendi’nin vadettiği köy hayallerindeki gibi değil dağ başında kuş konmaz kervan geçmez bir yerdir. Dolandırıldıklarını düşünür, köydeki insanları doğru yola çevirmek için gayret eder ama kimse oralı olmaz. Başından geçenleri anlatırken tren gelir ve dinleyen iyi giyimli beyefendi trene biner, anlatıcı da köyüne döner, hikaye son bulur.

* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Anlatıcı ile dinleyicinin Ankara-Eskişehir arasında bir tren istasyonunda karşılaşmaları.
Düğüm: Anlatıcı kendinden bahseder. Doğma büyüme İstanbullu olduğunu söyler. Geçim sıkıntısından dolayı köye taşındığını anlatır. Başından geçen bütün olaylar zincirini anlatır.
Çözüm: Çözüm bölümünde ise anlatıcı Ankara’da bir memurluk yapmak için aracı birilerini aramasından söz edilmiştir. Dinleyicinin trene binip gitmesiyle hikaye son bulur.
                3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Anlatıcı-Söyleyen: Kırk, Kırk beş yaşlarında, üstü başı dökükçe terbiyeli bir beyefendi.
Dinleyen: Boz kalpaklı, orta boylu, tıknaz, sarı potinlerinin konçları diz kapaklarına kadar yükselen bir efendi.
Kahramanlar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
* 2. Dereceden Kişiler(Anlatılanlarda adı geçenler): Söyleyenin Babası, Eşi, damatları, Nazif Paşa, Kayınpeder, Mustafa Efendi, Kaymakam, Köylüler
      3.c Zaman
Hikaye söyleyen beyefendi ile dinleyen beyefendinin karşılaştıkları andan trenin geldiği vakte kadar geçen süredir. Hikayede anlatılanlar ise 31 Mart vakıası, ikinci Meşrutiyet dönemi öncesi ve sonrası zaman.
“Keşke Meşrutiyeti ilan etmeseydik..” (sayfa 85)
“..yarın 31 Mart, öbür gün Trablus derken, Balkan Muharebesi” (sayfa 85)
      3.d Mekân
Ankara ile Eskişehir arasında bir Tren İstasyonu. Anlatılanlarda hikaye İstanbul ve muhtelif semtleri, Konya, Afyon ve bir köy.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Geçim kaygısı yüzünden İstanbul’da bir köye taşınmış bir ailenin pişmanlıkları, başından geçenler.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Yeni bir hayatı seçerken başkalarının anlattıkları hayallerle değil gerçeklerle olaya yaklaşmak gerektiği.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi başlangıçta ve sonda üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır ama hikayenin içeriğini birinci şahıs ağzından anlatmıştır; kendi düşüncelerini de hikâyeye katmamıştır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar biraz ağdalı bir dil kullanmıştır. Çok uzun olmayan, anlam karışıklığı yaratmayan ancak Arapça, Farsça kelimelerle yüklü cümleler kurmuştur. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.


HİKAYE: BİR KADININ MEKTUBU
     3.a Olay Örgüsü
Özet: Ayşe Hanım’a kocasıyla barışmasını rica eden bir mektup gelir. Hikâyenin tamamı bu mektubun karşılığı olarak yazılmış mektuptan ibarettir.
Ayşe kocasından ayrılma nedenini kimseye anlatmamak ister fakat kocası ayrılmak istemeyince anlatmak zorunda kalır. Mektuba bu nedenleri tek tek yazar. İlk evlendiklerinde Ayşe kocasına annesinin babasına davrandığı gibi davranmaktadır. Ayşe’nin annesi babasının her sözünü tutmuş, her istediğini yapmıştır, evin reisi olarak görmüş, ona göre davranmıştır. Ayşe de kocasına aynı saygıyı, hoşgörüyü göstermiştir. Ayşe anne ve babasının dayanışmasıyla oluşan o yuvada alın teri ile kazanılmış parayla fakir ama onurlu bir insan olarak yetişmiştir. Ayşe’nin kocası ise bir takım kanunsuz yollardan rüşvet yiyerek zengin olmak sevdasındadır. Her gün eve hediyeler gelmesi Ayşe’yi rahatsız eder, bu hediyelerin ardı arkasının kesilmesi ve kocasının tanımadığı adamlarla kanunsuz işler çevresi Ayşe’nin kocasından ayrılmasına yol açar; çünkü böyle bir yaşam ona göre değildir.
“Çok çalışıp az kazanmak, alın teri ile ekmek yemek, bununla övünmek” Ayşe’nin yaşama amacı olurken Hayri’nin masal gibi görmesi yirmi iki aylık bu evliliğin sonu olur.
Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde Ayşe’ye kocasına dönmesi için bir mektubun gönderildiği anlatılmıştır.
Düğüm: Ayşe’nin karşılıklı olarak bir mektup yazması ve kocasıyla yaşadıklarını anlatması bu bölümde ele alınır.
Çözüm: Bu bölümde farklı değerlere, inançlara sahip bu iki insanın boşanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Hikaye’nin başlığı olan “Bir Kadının Mektubu” hikâyenin içeriği aynı zamanda anlatım şekli ile uyumludur.
                3.b Kişiler
* Hikayenin Şahıs Kadrosu: Ayşe: Öğretmendir.
Kocasına saygılı, namuslu, geleneklere bağlı biridir. Savunduğu değer yargıları yolunda kocasından ayrılmaya bile cesaret edecek bir iradeye sahiptir.
Hayri: Ayşe’nin kocasıdır. Ayşe’yle tam ters karaktere sahiptir. Yolsuzluk yaparak, rüşvet yiyerek zengin olma sevdasındadır.
      3.c Zaman
Hikâyede zaman belli değildir. Ayşe mektubunu yazarken geriye dönüşler yapmış, ailesinde yaşanan olayları, kendi kocasıyla yaşadıklarını anlatmıştır.
      3.d Mekân
Ayşe’nin evi.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Bir kadının kendi değer yargılarından uzak olan kocasından ayrılması
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: İnsanlar arasındaki ilişkiler aynı inançlar üzerine kurulmamışsa bozulur.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Hikaye’nin anlatıcısı Ayşe’dir. Yazar hikâyeyi birinci şahıs ağzından anlatmıştır. Yazarla baş kahraman örtüşmüştür
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup:
Gerçekleşmesi, yaşanması mümkün olan bir olay son derece sade, anlaşılır, bir Türkçe kullanılarak anlatılmıştır. Yazar Ayşe’ye anne-babası ile kocasıyla kendi ilişkisini kıyaslatırken bile fazla kelimeye ihtiyaç duymadan kısa cümleler kurmaya çalışmıştır.
“Anam babamı nasıl saydı ise ben de kocamı öyle sayacağım.” (sayfa:101)
“Babam ile anam nasıl yüz göz olmamışlarsa ben de öyle.”  (sayfa:101)
Yazar bu hikayesinde farklı bir üslup sergilemiştir. Yazar yaşadıklarını birine mektupla anlatır gibi hikâye etmiştir. Hikâyede yabancı kelimelere, küfürlü söyleyişlere yer verilmemiştir.
Bu hikâyede o devirde rüşvet ve yolsuzluk yapan devlet adamlarına farklı bir bakış açısıyla yaklaşılmıştır. Bu tip adamların aile yaşamlarını anlatması bakımından önemli bir hikayedir.
“Benim bu hediyelerden hoşlanmadığım anlaşılınca, artık evimize hediye gelmez oldu. Bundan sonra gelen şeyleri, Hayri, birinden ucuz bulmuş da almış oldu.”                                                                                                             (sayfa:103).
Bu hikâye aynı zamanda bir kadının kocasına olan saygısını, hoş görüsünü göstermesi bakımından da güzel bir hikayedir. Herkesin, zevkle okuyacağı, anlayacağı, bir şeyler alacağı güzel bir hikayedir.

HİKAYE: İKİ KADIN
     3.a Olay Örgüsü
Özet: Behin biraz annesinin zoru biraz evde kalma korkusu ile sevmediği zengin bir mühendis olan Kadri ile evlenir. Kadri çirkin bir adamdır, her gün gecelere kadar kumar oynar, gizli birtakım işler çevirir. Behin bu evlilikten memnun kalmaz ve boşanır. O boşanırken teyzesinin kızı Müeyyet, Mükrim’le evlenir. Behin bir süre bu çiftin yanında kalır. Mükrim, demiryollarında istasyon müdürüdür. Bir gün Behin ile Müeyyet’e demiryolları atölyelerini gezdirirken Enver Ali’yle tanıştırır. Behin bu adamı çok beğenir ve ona âşık olur. Enver Ali’yle evlenmeyi kafasına koyar. Ailesi önce karşı çıkar, bir ustabaşıyla kızlarının evlenmesini istemezler ama Behin ısrar eder ve Enver Ali ile evlenir. Bu evlilik tam Behin’in umduğu gibi olur, kocası çok çalışkan ve iyi huyludur, mutlu evlilikleri İnci isminde bir kızlarının olmasıyla daha da şenlenir.
Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Behin’in ilk kocasıyla mutlu olamaması, Enver Ali’yle tanışması, Müeyyet’in evlenmesi serim bölümünde anlatılan olaylardır.
Düğüm: Behin’in Enver Ali’ye âşık olması, onunla evlenmek istemesi ve ailesinin karşı çıkması bu bölümde anlatılmıştır.
Çözüm: Behin’in Enver Ali ile evlenmesi, bir kızlarının olması ve mutlu olmaları bu bölümde anlatılmıştır.
Hikâyenin başlığı ile konusu uyumludur. İki kadın yaşamları üzerine oluşturulmuş bir hikayedir. Hikâyede olağanüstü herhangi bir kişi ve olaya rastlanmamaktadır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Hikâyenin şahıs kadrosu oldukça geniştir. Bu şahıslardan Behin, Müeyyet, Enver Ali, birinci dereceden önemli kahramanlardır.
Behin: Annesinin baskısı, evde kalma korkusuyla bir mühendisle evlenir, ama mutlu olamaz mutluluğu bir usta başında bulunur.
Kadri Yerdeniş: Behin’in ilk kocasıdır. İçkici, kumarcı biridir. Her gün evinde kumar partisi düzenler. Fizik olarak esmer, uçuk suratlı, basık burunlu, patlak gözlü ve keldir.
Behin’in annesi: Kızının zorla evlenmesine neden olur.
Behin’in babası: Kızına karşı anlayışlıdır.
Reşit: Behin’in erkek kardeşidir.
Müeyyet: Behin’in teyzesinin kızıdır. Behin’in sırdaşıdır.
Mükrim Selet: Müeyyet’in kocasıdır. Yakışıklı, orta boylu, giydiği yakışır, kendini saydırır biridir. Biraz keman çalar, güzel monologlar yazar, anlatımı, konuşması da güzeldir. Demiryollarında istasyon müdürüdür.
Enver Ali Daloğlu: Yakışıklı, uzun boylu, geniş omuzlu bir ustabaşıdır. Behin’in ikinci kocasıdır. Az konuşur, şakadan hoşlanır, eli her işe yatkın, işini seven, yaşayışından memnun bir adamdır.
İnci: Behin ile Enver Ali’nin küçük kızlarıdır.
      3.c Zaman
Hikâyede zaman saat, gün, yıl olarak sınırlandırılmamıştır. Behin’in evlenmesi, boşanması ve yeni evliliği arasında tam olarak ne kadar süre geçtiği belli değildir. Art arda birkaç ayın, yılın geçtiği anlaşılır.
“- Bu mektuptan iki ay sonra da Behin, kocasından ayrılmış bulunuyordu”
(sayfa:116)
      3.d Mekân
Hikâyede değişik mekanlardan söz edilmiştir. Behin’in ailesinin Büyükada’daki evi, Behin’in Ankara’daki evi; Haydarpaşa İstasyonu, Çengelköy gibi yerlerin isimleri hikâyede geçmiş fakat bu mekanlarla ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Mutluluğu arayan iki kadın ve yaşadıkları olaylar
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Zenginlik, lüks insanları mutlu etmek için yeterli değildir. Bir evliliğin sürdürülmesi için zengin olmak yetmez.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı:
Yazar hikâyenin anlatıcısı durumundadır. Hikâyeyi dışardan biri olarak anlatmış yorum da yapmaktan geri kalmamıştır.
“Ama şimdi kızlar, daha iyisi gelecek de beni isteyerek diye evde oturup kartlaşmaktan korkuyorlar.”                                                                                  (sayfa:115)
                5.b Dil/Anlatım/Üslup

* Dil ve Üslup:
Yazarın dili anlaşılırdır. Hikâyede yazar kendi düşüncelerini anlattıktan sonra kahramanlara söz hakkı verirken “istiyordu ki, diyordu ki” gibi kelimeler kullanılmıştır. Bu geçişlerden sonra kahramanları konuşturmuştur. Hikayedeki kahramanların isimleri farklıdır: “Mükrim, Behin, Müeyyet..” gibi.
Yazar hikâyede kendini hiçbir şekilde gizlememiş aksine karakterleri yönlendiren anlatan, onlara söz hakkı veren kişi olmuştu, bu da hikâyenin inandırıcılığını azaltmıştır. Konu bakımından güzel bir hikayedir. Karakterlerin ruh halleriyle birlikte anlatılması okuyucunun olayları daha iyi değerlendirmesini sağlar.
“Koca dediğin bir köle olursa onun ne tadı kalır. Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır adam olmalı.” (sayfa:114)
Okuyucuların zevk alarak okuyacakları, cümleleri kısa ve anlaşılır bir hikayedir.

HİKAYE: PAZARLIK
     3.a Olay Örgüsü
Özet: Faik Efendi kahvede otururken İstanbul’da yaşanan büyük depremden söz eder. Her şeyi abartılı anlatmaya başlar. Yenicami minarelerinin birbirine dokunduğunu, kaldırım taşlarının su içinde kaynar gibi oynadıklarını, İstanbul Köprüsü’nün üstünde beş yüz bin kişinin toplandığını söyler. Tabi her şeyin abartılarak anlatılması kahvedekileri güldürür.
Köprünün üstünde ne kadar kişinin olduğuna dair bir pazarlık başlar. Kahvedekiler Faik Efendi’yi ikna etmeye çalışırlar. Bu kadar kişi nasıl sığar köprüye hem İstanbul’un yarısı akıl alır şey değil.
Kahvedekiler konuştukça Faik Efendi sayıyı küçültür arada karşı çıkar gibi olur; fakat kabul etmek zorunda kalır. Sonunda kahvedekilerle Faik Efendi köprünün üstünde beş bin kişi olduğunda anlaşırlar. Faik Efendi kahveden ayrılır, evinin yolunu tutar.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Faik Efendi’nin İstanbul depremini anlatması, köprünün üstündeki kişi sayısı hakkında kahvedekilerle pazarlığa girmesi bu bölümde anlatılmıştır.
Düğüm: Faik Efendi’nin köprünün üstündeki insanların sayısında ısrar etmesi, kahvedekilerin ısrarları bu bölümde anlatılmıştır.
Çözüm: Çözüm bölümünde Faik Efendi’nin kahvedekilerle anlaşması ve evine gitmesi anlatılır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Faik Efendi: Gümrük aracısı, kırk-elli yaşlarında uzun kara bıyıklı, esmer bir adamdır.
Feyzi Bey: Şam hırkalı, zayıf, uzun boylu, kalın sesli biri olan Feyzi Bey Nezareti Maktubi Kalemi’nde çalışmaktadır.
Rıza: İmamın oğludur.
Rüstem: Kahvesicinin çırağıdır.
Remzi Efendi: Askeri eczacıdır.
      3.c Zaman
Sıcak bir yaz gecesi.        
      3.d Mekân
Mahalle kahvesi
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: İstanbul’da yaşanan büyük bir zelzelenin anlatılması
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Israrlı pazarlıklar sayesinde abartılı fiyatlar ya da olaylar gerçeğe yaklaştırılabilir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Yazar, hikâyeyi anlatırken her şeyi bilen kişi rolündedir; hikâyede kendini gizlememiş, kahramanlar ve olaylar karşısında yorum yapmış, kendini hissettirmiştir.
“Faik Efendi de biraz gevşer gibi oldu.” (sayfa:132)
“…. Feyzi Bey gene razı olmadı.” (sayfa:135)
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup :
Bir kahvede oturan inanların sohbetinden oluşan hikâye, sohbet havası içinde, günlük konuşma dili ile yazılmıştır.
“- Dört yüz bin de olmaz.
- Neden?
- E, hesap meydanda. Diyelim köprünün boyu olsun, dört yüz metre öyle mi?”                                                                                                            (sayfa:133)
Yazar Basit insanın hayatını anlatmıştır. M.Şevket Esendal hikayelerinin hemen hemen tamamında halkın içinde bulunduğu insan tiplerini anlatmıştır. Bu hikayesinde de herhangi bir kahvede görebileceğimiz insan tiplerini görmekteyiz. Gündelik hayattan bir olayı hikâye eden yazar başarılı bir anlatım tarzını yakalamıştır. Hikâyenin tek eksik yönü tahlil ve tasvirlere yer verilmemesidir. Tasvir edilen tek mekân kahvedir.
“Kahve pencerelerine sicimler gerilmiş, gece safaları, telgraf çiçekleri, kireçle sıvanmış yarım tenekeler içinde sardunyalar sıralamış.” (sayfa:131)
Hikâyede kullanılan cümleler kısa, açık ve anlaşılırdır. Anlam karışıklığına yol açacak uzun cümleler kullanılmamıştır.

HİKAYE: İKİ ANA İKİ KIZ
     3.a Olay Örgüsü
(Bu hikâye “Ev Ona Yakıştı” adlı kitapta “Ana Kız-İki Kız” adıyla yer almıştır)
Özet: Hikâyede iki hasta kızın ilaç içerken takındıkları davranışlar ve annelerinin tutumları anlatılır. İlk anlatılan kız ilacı içmemek için dirense de annesinin sabır ve anlayışla yaklaşması ilacı içmesini sağlar. Bu anne ilacı içirmek için saatlerce kızının karşısında oturur ve onu ikna etmek için konuşur, bunun sonucunda da kızı ilacı istemeye istemeye de olsa içer.
Emine, hasta olan ikinci kızdır. Annesinin zorla içirmeye çalıştığı ilacı içmez. Emine’nin annesi, sabırsız biridir, kızının ilacı hemen içmesini ister, Emine’nin ağzına ilacı boşaltır ama Emine yutmaz ve geri püskürtür. Emine’nin ve annesinin elbiseleri batar.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde iki hasta kız ve annelerinin ilacı içirmek için bu kızlara yaklaşımları anlatılmıştır.
Düğüm: Bu bölümde sabırlı olan annenin ilacı içirmek için kızının başında saatlerce beklemesi, diğer annenin ise ilacı kızının ağzına dökmeye çalışması anlatılmıştır.
Çözüm: Sabırlı davranan annenin kızının ilacı içmesi, diğer annenin zorla kızının ağzına döktüğü ilacı kızının içmemesi, geri çıkarması bu bölümde anlatılmıştır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Hasta kız: dokuz yaşlarında, ince, saz benizli bir çocuktur.
Hasta kızın annesi: Sabırlı, anlayışlı biridir. Kızına ilaç içirmek için saatlerce uğraşır.
Emine: Beş altı yaşlarında sevimli, sinirli, saz benizli bir kızdır.
Emine’nin annesi: Sabırsız biridir.
      3.c Zaman
Hikâyede tam bir zaman verilmemiş fakat zamanı belirten cümleler kullanılmıştır.
“İlacı içirmek bazen iki saat sürerdi.”
“Bir dakika olur ki vakit yaklaşmış bulunur.”                             (sayfa:138)
      3.d Mekân
Bir evin odası ile Ankara’da bir otel odası hikâyede söz edilen iki farklı mekandır.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: İki farklı annenin kızlarına davranışları.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Çocuklara sabırla yaklaşmak her zaman daha olumlu sonuçlar doğurur.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyede anlatıcı konumundadır. Hikâyenin tamamı üçüncü tekil şahıs ağzından anlatılmıştır. Yazar, kendini olayların dışında tutmuş, sadece bir veya iki yerde yorum yapmıştır.
“Hasta sinirlerine balık yağının ağırlığına katlanabilecek kadar yorgunluk, gevşeklik gelmemiş, onu bekliyorlar” (sayfa:137)
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup:
Hikâyenin dili sade, akıcı ve anlaşılırdır, fakat yabancı kelime kullanımına yer verilmiştir, “mütevekkil, erkân minder” gibi. Bu tür kelimeler çok fazla kullanılmadığı için hikâyeyi anlamakta güçlük çekilmez.
Yazar bir hikâye içinde iki farklı olayı anlatmıştır, iki farklı anne, iki farklı çocuk “ilaç içmek” gibi ortak bir noktada birleştirilmiştir. Yazar olayları sadece anlatmış, hikâyenin sonunda herhangi bir kıyaslama yapmamış, okuyucuya bırakmıştır. Güzel, zevkle okunacak bir hikayedir.

HİKAYE: TÜRBE
     3.a Olay Örgüsü
Özet: Önceleri çöplük olan bir yere birkaç uyanık tarafından duvar örülerek türbe yapılır. Halk tarafından atılan paralarla yapılan bağışlarla bu insanlar zengin olur. Hacılıkla hocalıkla ilgisi olmayan Kaymakam Şakir Efendi, bir dilenci ve etrafındaki diğer kişiler zengin olurlar. Şakir Bey ve Deli bir anlaşmazlık sonunda kaçar. Türbeye Akif isminde biri yerleşir, fakat uzun süre kalamaz, türbeler kapatılırken burası da kapanır. Arif ismindeki adam da bir mahalle ileride bir yer tutar ve hocalık yapmaya başlar.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde çöplük olan bir yerin türbe yapılması anlatılmıştır.
Düğüm: Bu bölümde kaymakam ve adamlarının işlerinin bozulması, kaçmak zorunda kalmaları, türbeye Arif isminde birinin yerleşmesi anlatılmıştır.
Çözüm:
Türbenin kapatılması, Arif’in yakın bir yerde ev tutması ve hocalık yapması bu bölümde anlatılmıştır.
Yazar hikâyenin başlığını konuyu yansıtacak şekilde koymuştur, yani konu ve başlık uyumludur. Hikâyede tasvir ve tahlillere yer verilmemiştir.
                3.b Kişiler

* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Şakir Efendi: Kaymakamdır
Dilenci: Şeyh olur, türbede yatar kalkar
Hacı Kasap: Türbeden kazandığı parayla zengin olmuştur.
Mehmet Beylerin Hilmi, Salih Kalfaların Hüseyin türbe işinin içinde olan kişilerdir.
Ömer Ağa: Belediye reisidir
Ali Bey: Bir aşar emanet işinde Şakir Efendi’ye düşman olan biridir.
Ketencilerin Arif: Önceleri kahveci olan bu adam sonradan hoca olur.
      3.c Zaman
Hikâyenin geçtiği zaman şimdiki zamandır. Yani devirde o anda anlatılan zamandır, fakat o anda yaşanan değil anlatılan olaydır. Kişiler konuşurken geçmişte yaşanmış olaylardan konuşmuşlardır.
“Bu duvarı çektiler, aradan birkaç ay geçti geçmedi, halkımız pencerenin demir parmaklığını ısıtma bağları ile doldurdular.” (Sayfa:144)
      3.d Mekân
Mahallede önceden çöplük olan sonra türbeye çevrilen yerdir.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Gerçekte türbe olmayan bir yere gösterilen ilgi.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: İnsanların, para kazanmak için dini duyguları istismar edilebilir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Hikâye karşılıklı konuşma şeklinde yazılmıştır. İki kişinin yaşanmış olaylar hakkında konuşmaları hikâyeyi oluşturmuştur. Hikâyede yazarı görememekteyiz, hikâyenin dışında kalan yazar yorum yapmadan sadece anlatıcı konumunda kalmıştır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Hikâye, önceden yaşanmış olayların bir anlatıcı tarafından diğerine anlatılması şeklinde yazılmıştır. Bu konuşmalar sırasında iki muhatap arasında “arz edeyim efendim,” gibi girişler yapılmıştır. Günlük konuşma diliyle yazılmıştır. Yazarı hiçbir şekilde hikâyede göremeyiz. Sade anlaşılır bir dil kullanılmış, olaylar basit bir olay örgüsü içinde verilmiştir.
Açık, yalın bir dille yazılan hikâye toplumun dini duygularının nasıl kullanıldığını anlatması yönünden önemlidir. Fazla ayrıntıya girilmeden olaylar anlatılmış, anlam karışıklığına düşülmemiştir. Herkesin zevkle okuyacağı, ders çıkaracağı bir hikayedir.



HİKAYE: HAYDAR BEYİN SAKALI
     3.a Olay Örgüsü
Özet: Kumandanın evinde bir ziyafet verilir. Ziyafete Haydar Bey, karısı ve kızıyla gelir. Vali de karısıyla ziyafete katılmıştır. Kumandanın karısı kolundaki bilezikleri överken, Haydar Bey de kadına iltifat eder. Vali lafa karışır ve Haydar Bey’i azarlar. Kimse Vali’nin yaptığına bir anlam veremez, ziyafete katılanların neşesi kaçar, Vali’nin karısı kocasının neden böyle davrandığını, kendini küçük düşürdüğünü anlayamaz, kocasından açıklama bekler.
Vali Haydar Bey’in suratını beğenmemekte ve her seferinde onu aşağılamaktadır. Karısına Haydar Bey’in yüzünü beğenmediği için böyle davrandığını söyler. Karısı kocasına çok sinirlenir, Haydar Bey’den özür dilemesini ister.
Vali Haydar Bey’den özür diler ve sakal koymasını ister, böylece adamın yüzü değişirse daha iyi anlaşacaklarını düşünür. Vali karısıyla eve döner. Kadın kocasına yanlış davrandığını eğer vilayeti de böyle yönetiyorsa kötü olduğunu söyler, birbirlerine dargın yataklarına girerler.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Komutanın evinde verilen ziyafet, Vali’nin Haydar Bey’i azarlaması serim bölümünde anlatılan olaylardır.
Düğüm: Vali’nin Haydar Bey’den niye nefret ettiğini açıklaması ve Haydar Bey’in yüzünü değiştirmek için çeşitli fikirleri ileri sürmesi bu bölümde anlatılmıştır.
Çözüm: Vali’nin Haydar Bey’den özür dilemesi ve sakal bırakmasını istemesi hikâyenin çözüm bölümünü oluşturmaktadır.
Hikâyenin başlığı anlatılan olayların sonucunda bulunan çözümü ile ilişkilidir. Hikâyede tahlile yer verilmemiş, tek tasvirse bahçenin anlatımında yapılmıştır.
“Ağaçları renkli fenerlerle donatmışlar. Yolları, çimenleri sulamışlar. Yapma kayalardan sular damlıyor.”                                                                 (sayfa:146)
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Vali Bey: Kötü bir adam değildir, kimseye kötülük istemez, iyilikte yapmayan biridir.
Haydar Bey: Mühendistir. Zararsız kendi halinde, elinden ne iyilik ne kötülük gelen bir adamdır.
Kumandan: Ev sahibidir
Vali’nin Karısı: Kocasının Haydar Bey’e kötü davranmasına sinirlenir, kocasıyla kavga eder.
Binbaşı Arif Bey: Haydar Bey’i teselli edenlerden biridir.
Haydar Beyin Karısı ve Kızı: Vali’nin davranışından dolayı çok kötü olurlar.
      3.c Zaman
Akşam, yemekten sonra
      3.d Mekân
Kumandanın evi, bahçesi, Vali’nin evi.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Vali Bey’in Haydar Bey’i azarlaması
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: İnsanlara, görünüşlerine, fiziki özelliklerine göre davranmak yanlıştır.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmış, olaylar karşısında tarafsız kalmamış hikâyede kendi düşüncelerine de yer vermiştir.
Vali fena adam değil ama, işte herkesin bir hasta tarafı var ya, bu da bu türlüsü. Neyse, bu netice orada bulunanları memnun etti” (sayfa:151)
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar hikâyeye bir açıklama yaparak başlamıştır.
“Kumandanın evinde ziyafet.” (Sayfa:146)
Hikâyeyi dil ve üslup bakımından incelediğimizde yazarın diğer hikayelerinden farklı olmadığını görmekteyiz. O sade, açık anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymayı başarmış bir yazardır. Anlamsız, boş söz kalabalığından kurtulmuş, kendine özgü üsluba sahip olan yazarın bu özelliklerini yukarıdaki hikayesinde görmek mümkündür.
Hikâye teknik açıdan zayıftır. Yazar karakterleri kendince yorumlamış, okuyucunun fikir yürütmesine izin vermemiştir.

HİKAYE: SÖYLÜYOR
     3.a Olay Örgüsü
* Özet: Hikâyede bir tren yolculuğu anlatılır. Baş kahramanın bulunduğu bölüme başka bir bölümden elli-elli beş yaşlarında bir adam gelir. Adam Anadolu’dan başlar, Çin’in incecik fağfur kaselerinden, annesinden, yalan konuşmasından, her şeyin pahalandığından ve daha birçok şeyden söz eder. Baş kahraman bir şeyler söyleyecek olur, adam hemen sözünü kesip devam eder; Başkahraman sonunda dayanamaz ve başka bir bölüme gider; döndüğünde adam gitmiş vagondaki diğer insanlar da uyumuştur.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Baş kahramanın vagonuna bir adamın gelmesi ve konuşmaya başlaması bu bölümde anlatılmıştır.
Düğüm: Adamın bir türlü susmak bilmemesi, kimseyi konuşturmaması bu bölümde anlatılan olaylardır.
Çözüm: Baş kahramanın başka bir vagona gitmesi, döndüğünde adamın gitmiş olması çözüm bölümünü oluşturmaktadır.
Hikâye baş kahraman yaptığı bir yolculukta karşılaştığı çok geveze bir adamla yaşadıklarının anlatımından ibarettir. Olayda herhangi bir hareket yoktur. Başlıkla konu uyumludur, tahlillere yer verilmemiş, tasvir ise sadece konuşan adamın anlatımında kullanılmıştır.
                3.b Kişiler
*Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Hikâyede iki kişi vardır. İkisinin de adı verilmemiştir. Çok konuşan kişinin buruşuk yüzlü, kır saçlı, kesin bıyıklı, orta vücutlu, elli beş yaşlarında biri olduğu söylenmiştir.
      3.c Zaman
Bir yolculukta yaşananlar anlatılmıştır. Geçmişte yaşanan bir olayın anlatımıdır.
      3.d Mekân
Tren vagonu
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Çok konuşan bir kişiyle yapılan yolculuk
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Durmadan konuşan biriyle yolculuk yapmak zordur.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Hikâyenin anlatıcısı baş kahramandır. Yazar olayları baş kahramanın kişiliğine bürünerek anlatmıştır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup,
* Dil ve Üslup: Hikâyede bazı yabancı kelimeler kullanılmıştır, “inkisar-ı hayal, fağfur, faraza” gibi. Hikâye konuşma havası içinde yazılmıştır.
Yazar bu hikayesinde günlük hayatta yolculuk yaparken rastlayabileceğimiz bir karakteri anlatmıştır. Dili sade, açık, anlaşılır olan hikâye zevkle okunacak bir hikayedir.

HİKAYE: DELİ
     3.a Olay Örgüsü
* Özet: Kasabanın meyzini kafasını traş eder, tepesinde bir tutam perçem bırakır. Eski zamanlarda muharebeye gidenler kafaları kesilirse düşmanın avurtlarına, parmaklarını sokup kafalarını tutmaması için böyle yaparmış. Meyzin bu olayı baş kahramanı kâfir olarak gördüğü için ona anlatmaz dükkân sahibi Ali Efendi’ye anlatır.
Aradan birkaç gün geçer, meyzin bir adamın boğazını kesip, avurtlarına parmaklarını geçirerek, Ali Efendi’nin dükkanına gider ve baş kahramanı sorar. Çevreden gelenler meyzini tutup, jandarmayı çağırırlar. Meyzin tutuklanıp İstanbul’a gönderilir.
Baş kahraman Meyzin’in gelmesinden korktuğu için evden çıkmamaya başlar, sonunda meyzinin ölüm haberi gelir ve baş kahraman rahat bir nefes alır.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Meyzinin kafasını tıraş etmesi ve nedenini anlatması serim bölümünü oluşturmaktadır. Meyzinin bir adamın kafasını kesmesi ve baş kahramanı araması olayın düğüm bölümünde anlatılmıştır. Meyzinin tutuklanması, sonra ölmesi, baş kahramanın rahatlanması çözüm bölümünde anlatılmıştır. Hikâye biraz gerçekten uzak gibidir; başlık konu ile uyumludur.
                3.b Kişiler
Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Deli: Kasabanın meyzinidir.
Baş kahraman: Hikâyenin anlatıcısıdır
Ali Efendi: Kasaba dükkanının sahibidir.
      3.c Zaman
Hikâyede meyzinin kafasını tıraş ettiği zaman, birkaç gün sonrası ve dört ay sonrası anlatılmıştır. Olayların tümü geçmişte yaşanmış anlatımı şimdiki zamanda gerçekleştirilmiştir.
“Aradan birkaç gün daha geçti, deliyi İstanbul’a götürdüklerini işittik. Dört ay sonra ölüm haberini aldığımız gün de...” (sayfa:160)
      3.d Mekân
Kasaba, Ali Efendi’nin dükkânı.
4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Deli meyzinin yaptıkları
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Bir deli her şeyi yapabilir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
*Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi baş kahramanın ağzından anlatmıştır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup

* Dil ve Üslup: Yazar hikâyeyi bir kahramanın ağzından sohbet havası içinde anlatmıştır: “Düşündüm, haklı. Kesilmiş bir kafanın perçemi de olmazsa ya kulağından tutmalı ya avurdundan!” (sayfa:158)
Sade, açık, anlaşılır bir dil kullanılmış konuşma diline “tıraş, candarma” yer verilmiştir.
Çok kısa, anlaşılması kolay bir hikayedir, çocukların okumasına uygun değildir.

HİKAYE: YİRMİ KURUŞ
     3.a Olay Örgüsü
* Özet: Halil İbrahim, kütüğe büyük yazıldığı için askere çağrılır. Gitmeden Tevfik Ağa’dan parasını almak ister. Birkaç gün gider gelir, parasını alacağı zaman da Ağa Halil’e yapmadı borçların faturasını keser ve eline bir miktar para verir kalan yirmi kuruşu alabilmesi içinde yaptığı borcu ödemesini ister. Halil kimseden para bulmaz, tekrar Ağa’nın yanına gider; Ağa Halil’i karşısında görünce çok sinirlenir ve döver, Halil arkasına bakmadan köyüne kaçar.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Halil’in askere çağrılması, Tevfik Ağa’dan parasını istemesi, Ağa’nın Halil’i oyalaması, Serim, Halil’in parasının yarısını alması, geri kalanını almak için uğraşması düğüm, Halil’in geri kalan parasını alamaması ve Ağa’dan dayak yemesi çözüm bölümlerinde anlatılmıştır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Halil İbrahim: On sekiz yaşlarında bir delikanlıdır.
Tevfik Ağa: Halil’in yanında çalıştığı adamdır.
Salim Ağa: Tevfik Ağa’nın kardeşidir.
Hoca: Dükkâna bakar.
      3.c Zaman
Halil İbrahim’in askere gideceği zamanlar.
      3.d Mekân
Aşağıtaşlı Köyü, Sazlı köyü.
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Halil İbrahim’in ağadan parasını almaya çalışması.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Güçlüler karşısında zayıf insanlar çoğu zaman haksızlığa uğrar.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi her şeyi bilen kişi olarak anlatmıştır. Yazar dışardan biri olarak hikâyeye herhangi bir yorum katmamıştır. Olanları anlatmakla yetinmiştir.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Karşılıklı konuşmalardan oluşan hikâyede köy insanı anlatılmasına rağmen konuşmalar İstanbul Türkçesiyle verilmiştir.
“- Kaç ay oldu, sen geleli?
- Geçen yıl harmanda
- Kaç para aldın?” gibi. (sayfa:161)
Hikâyede sade, yalın bir dile sahiptir, anlamayı zorlaştıracak yabancı kelimeler kullanılmamıştır. Basit anlaşılır bir dille yazılmış, güzel bir hikayedir.

HİKâYE: BİLDİM
* Hikâyenin Özeti: Mektep arkadaşı iki kişi kahvede sohbet ederler. Biri izinli kaymakam biri de Şurayı Devlette aza. Perşembe pazarında dükkanı olan bir kadın ve onu aldatan kocasının dedikodusunu yaparlar. Mülazımın anlattıklarını sürekli yanlış anlayan kaymakam sözü uzattıkça uzatır. Hikayenin sonunda birbirlerini eleştirirler.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde Kahvede oturan kaymakam ve mülazımı tanıtır.
Düğüm: Hikâyenin bu bölümünde mülazımın kaymakama anlattığı hikaye yer almaktadır.
Çözüm: Çözüm bölümünde anlatılan hikayenin sonundan söz edilmiştir. Kaymakam ve mülazım birbirilerini anlayamadıklarından şikayetçi olurlar bu bölümde.
                3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Kaymakam: Sivri suratlı, ağrıklı gözlü, otuz yaşlarında bir adam.
Mülazım: Şurayı Devlette aza mülazımı, esmer, yanak kemikleri çıkıkça, iri yüzlü, geniş omuzlu bir beyefendi.
Kahramanlar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
* 2. Dereceden Kişiler: Niyazi(dükkan sahi kadının kocası), Dükkan sahibi kadın.
* 3. Dereceden Kişiler: Çırak, Avukat, Ahretlik, Niyazinin Kız kardeşi
      3.c Zaman
Hikayede zaman net bir şekilde yok. Kahvede sohbet ettikleri zaman aralığı.
      3.d Mekân
Kahvehane, Mısır çarşısındaki dükkan, Kumkapı Tatlı Kuyu yokuşunda bir ev.
4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Kaymakam ve mülazımın sohbetinde geçen bir karı koca arasındaki aldatma olayı.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır; kendi düşüncelerini de hikâyeye katmıştır, kahramanların davranışlarını genelde beğenici ve tasdik edicidir.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar sade, açık bir dil kullanmıştır. Çok uzun olmayan, anlam karışıklığı yaratmayan cümleler kurmuştur. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.
Yazar Şevket Esendal gayet sade, açık bir Türkçe’mle sıradan bir olayı hikâye etmiştir. Yazarın yorumu yok denecek kadar azdı. Okuyucular tarafından zevkle okunup, beğenilecek bir hikayedir.

HİKâYE: SENİ KAHVE PAKLAR
     3.a Olay Örgüsü
* Hikâyenin Özeti: Enver Efendi kahvede arkadaşlarının yaptığı bir şaka yüzünden kahveye uğramamaktadır. Vaktini evde geçirmektedir. Küçük kızını hafız yapmak istemektedir ama bunu nasıl yapacağını bilmiyor. Kızını döve döve Kuran okumayı öğretiyor. Küçük kız korku ve endişe içerisinde rahatsızlanıyor ve bayılıyor. Bunun üzerine doktor çağırılır. Doktor Enver Efendiyi azarlar, tehdit eder, yaptığının yanlış olduğunu, küçük kıza bir daha bu şekilde davranmamasını tembih eder. Hikayenin sonunda senin gibi adamları ancak kahve paklar der ve bitirir.
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde Enver Efendinin kızını döve döve okutmaya çalışması anlatılmıştır.
Düğüm: Hikâyenin bu bölümünde Enver Efendi her gün kızını odaya kapatır ve döve döve ona okumayı öğretmeye çalışır. Kız bilinmeyen bir sebeple bayılır. Evdeki kadınların çaresizce olup bitenleri izlemesi anlatılmıştır.
Çözüm: Çözüm bölümünde doktorun gelip küçük çocuğu kurtarması ve Enver Efendinin yaptıklarının yanlış olduğundan söz edilmiştir.
                3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Enver Efendi: Orman ondalık katibi, cahil, kaba saba bir adam.
İhsan Hanım: Enver Efendinin karısı
Hacı Hanım: Enver Efendinin annesi
Küçük Kız: Enver Efendinin kızı
Alay Hekimi: Ellilik, iri gövdeli, kumlu kalın sesli, baba bir adam.
* 2. Dereceden Kişiler: Üvey Kız, Murat(Hacı Hanımın rahmetli oğlu)
* 3. Dereceden Kişiler: Hacı Hürmüz Hanım(komşu), Küçük komşu çocuğu
      3.c Zaman
Hikayede iki haftalık bir süreden bahsediyor.
Bu da yeni çıktı” İki haftadır kıza ders göstereceğim diye tutturdu” (Sayfa: 160)
      3.d Mekân
Enver Efendinin evi hikâyenin tek mekânıdır.


4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Bir babanın kızına okuma öğreteceğim diye şiddet uygulaması ve ev halkının çaresizce izlemesidir.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Her işi ehline bırakmak lazım. Anlamadığımız işlere burnumuzu sokmamalıyız.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır; kendi düşüncelerini de hikâyeye katmıştır, kahramanların davranışlarını genelde beğenici ve tasdik edicidir.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar sade, açık bir dil kullanmıştır. Çok uzun olmayan, anlam karışıklığı yaratmayan cümleler kurmuştur. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.
Yazar Şevket Esendal gayet sade, açık bir Türkçe’mle sıradan bir olayı hikâye etmiştir. Yazarın yorumu yok denecek kadar azdı. Okuyucular tarafından zevkle okunup, beğenilecek bir hikayedir.



HİKAYE: EV ONA YAKIŞTI
     3.a Olay Örgüsü
* Hikâyenin Özeti: Emekli Binbaşı Ali Köse, yol geçeceği için evinin yıkılması gündeme gelince evinden çıkar. Silgioğlu Halil’in harabeyi andıran evini ucuz olduğu için kiralar. Eli her işe yatkın olan binbaşı, genç oğluyla birlikte evi onarır, adeta çiçek gibi yapar. Önceden yıkıntıyı andıran evin son halini gören komşuların ağzı açık kalır. Çarşının alaycıları, gevezeleri, hali vakti yerinde olup kendine eğlence arayanları, gül gibi evi sudan ucuz verdiği için Silgioğlu ile dalga geçerler. Komşuların dolduruşuna gelen Halil, binbaşı ile konuşur, ona kirayı artırmasını, aksi halde evinden çıkaracağını söyler. Binbaşı Ali Köse, evin ilk halini hatırlatır, bir hafta süre ister. Kendisine haksızlık edilmesine, ev sahibine çok kızgın olmasına rağmen evi tertemiz bir halde bırakır. Binbaşı evden çıkarken oğluna şu nasihatleri verir:
“Bak… biz girdiğimiz gün nasıldı, şimdi çıkarken nasıl!.. Emeğine acıma. Görenler, ‘Burada adamlar oturmuşlar.’ demelidirler. Hadi çekici al da perdeleri sök. Usulca çıkar ki duvarlar bozulmasın…
Evi gül gibi temiz, camları bile silinmiş olarak bıraktılar.”
Birkaç gün sonra Silgioğlu, evini yüksek fiyata bir fabrika muhasebecisine kiralar. İyi bir iş yapmış olmanın verdiği mutlulukla çarşıya çıkar. Arkadaşlarından övgü beklerken, eleştiri alır. Böyle iyi bir adamı evinden çıkarmasının yanlış olduğunu, bir daha böyle bir kiracı bulamayacağını söylerler. Silgioğlu Halil, kendisine söylenenler karşısında şaşkına döner. Yeni kiracı birkaç ayda evi harabeye çevirir. Evde onarılması gereken yerleri bahane ederek birkaç ay kira vermezler. Silgioğlu, kiracılarını evinden çıkarmak ister, fakat buna gücü yetmez. Muhasebecinin tayini çıkar ve evi kendiliğinden boşaltır. Boşta kalan evin geceleri kapı pencerelerini söküp götürürler.
Ev meselesi, sonunda Silgioğlu’nun canına tak ettirir. Silgioğlu, başına bela olan bu evden kurtulmak ister. Eski kiracısı Binbaşı Ali Bey’in yanına gider, evini yarı fiyatına ona satar. Silgioğlu, üzerinden dağ gibi bir yükün kalktığını hisseder. Evi ucuza sattığı için kahve arkadaşları bir şeyler diyecek olur, Silgioğlu buna izin vermez, “Hiç yazık etmedim… herifçioğlu yapmayı da biliyor, oturmayı da! Ev, ona yakıştı.” diyerek milleti susturur.


* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde Silgioğlu Halil’in evi nasıl aldığı, evin ne halde olduğu ve Binbaşı Ali Köse’nin evi tuttuğu anlatılmıştır.
Düğüm: Hikâyenin bu bölümünde Binbaşı Ali Köse’nin yıkık virane olan evi onarıp, oturulacak hale getirmesi, Ev sahibi Silgioğlu’nun evin onarılmış haliyle çok daha fazla parayla kiraya verileceğine çevresindekilerin ikna etmesi sonucu inanması ve Binbaşı’nı evden çıkarması anlatılmıştır.
Çözüm: Çözüm bölümünde Silgioğlu’nun evine çok iyi bakan Binbaşı’nı evden çıkarması, yeni kiracının evi harabeye çevirmesi ve bundan duyduğu pişmanlıkla çok ucuz bir şeklide evi Binbaşı Ali’ye satmasından söz edilmiştir.
                3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Emekli Binbaşı Ali Köse: Uzun boylu, ince yapılı, uzun kır bıyıklı, yaşlı ise de gücü yerinde, her işe eli yeten emekli biri.
Binbaşının Eşi: Emekli
Binbaşının Oğlu: Genç bir çocuk, babasına benziyor.
Silgioğlu Halil: Ev, ekin alışverişçiliği yapan, hayvan cambazlığı yapan biri.
Kahramanlar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
* 2. Dereceden Kişiler: İbrahim Ağa(saraç), Bakkal Ethem Efendi
* 3. Dereceden Kişiler: Sadıkemini Ali Efendi, Kiracılar, komşu çocukları, muhasebeci, çarşıdaki esnaf, Mandıracıoğlu, Nalbant kalfası Mehmet Kalfa, Tahir Efendi, Şevki Usta, Avukat Zühtü,
      3.c Zaman
Hikaye tahminen 5-6 aylık bir zaman dilimi içerisinde geçiyor. Binbaşının evi tutması, evden çıkması, yeni gelen kiracıların evde oturma süresi zaman zaman hikayede verilmiş.
“Üstünden bir ay geçti, iki ay geçti kirayı vermediler..” (Sayfa: 174)
      3.d Mekân
Satıdüzü denilen kıyıcak bir yerde genişçe bahçe içinde bir ev, mahalle, saraç İbrahim Efendi’nin dükkanı, kahve

4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: “Ev Ona Yakıştı” hikâyesinde, milletin sözüne kanarak, evine gözü gibi bakan kiracısının kıymetini bilmeyen bir ev sahibinin, evini yüksek fiyatla bir başkasına kiralaması, yeni kiracılar evi kısa sürede harabeye çevirince çok pişman olması, evini yarı fiyatına eski kiracısına satması anlatılır.

      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Etrafımızdaki insanların her söylediğini dikkate alıp hayatımızı ona göre şekilledirirsek yaptıklarımızdan her zaman pişmanlık duyarız.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır. Yaşananları kamera tarafsızlığıyla, kahramanların kendi ifadelerini olduğu gibi aktarmış.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar sade, açık bir dil kullanmıştır. Çok uzun olmayan, anlam karışıklığı yaratmayan cümleler kurmuştur. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.
Yazar Şevket Esendal gayet sade, açık bir Türkçe’yle ders niteliğinde bir olayı hikâye etmiştir. Yazarın yorumu yok. Okuyucular tarafından zevkle okunup, beğenilecek bir hikayedir. Bu hikâyede binbaşı, iyi niyeti ve insanca davranışından dolayı okuyucunun takdirini kazanır. Yazar, Binbaşı Ali Bey’in kişiliğinde iyi bir insanın, dürüst bir insanın, iyi bir kiracının nasıl olması gerektiğini gösterir. Binbaşı, adam gibi adamdır. Yıkıntı halinde kiraladığı evi onarır, çiçek gibi yapar. Bunun karşılığında ev sahibinden tek bir kuruş istemez. Peki ev sahibi ne yapar? Kiracısına teşekkür etmesi gerekirken, sağın solun dolduruşuna gelip evini yüksek bir fiyatla başkasına kiraya verir. Binbaşı kendisine yapılan haksızlığa rağmen iyi niyetinden, insanlığından ödün vermez. Ev sahibine çok kızgın olmasına rağmen, evi özenle boşaltır, eve hiç zarar vermez. Binbaşı bu örnek davranışıyla okuyucudan alkış alır. Ev sahibinin hatası, sağın solun sözüyle, neyin doğru neyin yanlış olduğunu iyice tartmadan hareket etmesidir. Yazar, kişiliği oturmamış ev sahibine yaptığı yanlışın bedelini pahalıya ödetir. Silgioğlu’nun çiçek gibi evini, yeni kiracılar kısa sürede harabeye çevirirler. Kiracıdan kurtulur, bu kez de boşta kalan ev, hırsızların talanına uğrar. Hikâyenin sonunda ev sahibinin aklı başına gelir, yaptıklarına pişman olur.


HİKAYE: ASILSIZ BİR SÖZÜN ESASI
     3.a Olay Örgüsü
* Hikâyenin Özeti: “Halk arasında tarikat yapılıyor” diye bir söz ortaya atılır. Hikayede bu sözün aslı nedir ondan bahsediliyor. Yirmi yaşlarında bir delikanlının ablası ve çocukları için yardım arayışından bahsedilir. Eniştesi cinayet işleyen delikanlı valiye giderek ortada kalan çocukların geçim sıkıntısı çektiğini valiye aktarması, valiliğin ya çocuklara bakması ya da eniştesini serbest bırakması talebi vardır. Vali delikanlıya böyle bir şey olamayacağını söyler, belediye başkanına yönlendirir, belediye başkanı yüzbaşına yönlendirir. Çocuk en nihayetinde eli boş bir şekilde geri döner. Bir amelenin bu şekilde hak arayışı içerisine girmesi halk arasında şüpheye sebep olur. Bu şüphe de bu sözün yayılmasını sağlar. Hikayenin sonunda bu sözün esası budur denir
* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde “Halk arasında tarikat yapılıyor” biye bir sözden bahsedilir.
Düğüm: Hikâyenin bu bölümünde yirmi yaşında bir amelenin eniştesi için hak araması anlatılmıştır.
Çözüm: Çözüm bölümünde “Amele arasında tarikat varmış” sözünün esasından söz edilmiştir.
                3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Durmuş: Amele, Üstü başı pek düzgün olmayan, yirmi yaşlarında, esmer yağız bir delikanlı.
Marangoz Ahmet: Enişte
Kahramanlar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
* 2. Dereceden Kişiler: Vali, Belediye başkanı, Yüzbaşı Hakkı Bey, Kaynanası,
* 3. Dereceden Kişiler: Arabacı, banka muhasebecisi.
      3.c Zaman
Hikayede net bir zaman yok. Durmuşun vali ile görüşmesinden hana dönüşüne kadar geçen süredir.
      3.d Mekân
Vilayet, Belediye, Han hikayenin mekânıdır.


4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Yirmi yaşında bir amelenin ortada kalan ablası, çocukları için yardım arayışı ve bu durumda ortaya atılan bir dedikodunun esasından bahsediyor.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Her söylenenin arkasında başka bir gerçek yatar
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır; kendi düşüncelerini de hikâyeye katmıştır, kahramanların davranışlarını genelde beğenici ve tasdik edicidir.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar sade, açık bir dil kullanmıştır. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.

HİKAYE: EŞEK
     3.a Olay Örgüsü
* Özet: Mustafa tuza giderken istasyonda mola verir. Ekmeğini yerken bir yandan da trenleri düşünür, bir an kendine geldiğinde eşeğinin yanında olmadığın görür. Dünya başına yıkılmış gibi olur, eşeğini aramaya koyulur ama hiçbir yerde bulamaz, yavaş yavaş köyünün yolunu tutar, biraz ilerlemiştir ki, yolun üstünde bir karartı görür bir de bakar eşeği, yüreği oynar, eşeğine biner bir türkü tutturur, yoluna devam eder.
* Teknik Bakımdan İnceleme: Mustafa’nın mola vermesi, eşeğini kaybetmesi serim bölümünde, Eşeğini her yerde araması, köyüne gitmek için yola koyulması düğüm bölümünde, Mustafa’nın eşeğini bulması ve mutlu bir şekilde yoluna devam etmesi çözüm bölümünde anlatılmıştır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Mustafa: Topal Durmuş’un oğludur.
Eşek: Hikâyede geçen önemli bir figürdür. Hikâye bu figür üzerine kurulmuş, başlığı yine bu figür belirlemiştir.
      3.c Zaman
Tuza giden Mustafa’nın mola verdiği zaman
      3.d Mekân
İstasyon
4.            İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Mustafa’nın eşeğini kaybetmesi ve tekrar bulması.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: “Tanrı köylüyü sevindirmek isterse eşeğini kaybettirir, sonra gene buldurur.” Bu ana fikir hikâyenin sonunda yazar tarafından dile getirilmiştir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi her şeyi bilen kişi olarak anlatmıştır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Dili sade, açık ve anlaşılırdır. Hikayedeki kahraman köylüdür ve köylü ağzıyla konuşturulmuştur:
“- Ne istiyorsun, dedi.
- Kölüğü yitirdim...” (sayfa:199)
“- Ne dikiliyon, gidip eşşeğini arasana!
- Nerede arayın?” (sayfa:199)
Hikâyeden çıkarılacak ana fikir yazar hikâyenin sonunda vermiş, okuyucunun yorum yapmasına izin vermemiştir.

HİKAYE: HASTANENİN YEMEK TABLASI
     3.a Olay Örgüsü
* Özet: Hastanede geceleri yaşanan gürültüden hastalar şikayetçi olur. Başhekim nedenini araştırır. Hastaneye alınan yeni yemek tablasının aşağı katın koridorlarından geçmemesi, geçirmek için uğraşılırken tabak, kaşık, her şeyin yerlere dökülmesi gürültünün nedeni olarak tespit edilir. Hastanede bunun dışında konuşmalar, gürültü yapmalar, hastalarla hasta bakıcıların tartışmaları, anlaşılmaz sövüşmeler de vardır; fakat yemek tablasının dışarı çıkarılması çözümlendikten sonra bir daha şikâyet olmaz.
* Teknik Bakımdan İnceleme: Serim bölümünde hastanede çıkan gürültünün nedeninin araştırılması anlatılmıştır. Gürültünün kaynağının yeni yemek tablası olduğunun bulunması ve dışarıya çıkarılmasında yeni ir yol bulunmaya çalışılması düğüm bölümünde; yemek tablasının pencereden çıkarılmasına karar verilmesi ve şikayetlerin bitmesi sonuç bölümünde anlatılmıştır.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Başhekim, dahiliye müdürü, nöbetçi hekim, hademe Tahir, hastabakıcı Hediye Hanım, Ayı Recep, cildiye hekimi, hikâyede geçen kahramanlardır, fakat bu kahramanlara ait herhangi bir fiziki ve psikolojik özelliğe yer verilmemiştir.
      3.c Zaman
Hikâyede zaman gerçek bir zamandır ve bir iki günlük bir süreyi kapsamaktadır.
      3.d Mekân
Hastane hikâyenin mekanıdır.          
4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Geceleri hastanede çıkan gürültü.
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Alışılanın dışındaki gürültüler hemen fark edilir ve rahatsızlık verir.
5. Anlatım
       5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi her şeyi bilen kişi olarak anlatmış, kendi yorumuna da yer vermiştir.
“O kadar dalgındır ki, tabla düşmüş, gürültü olmuş hiç aldırmıyorlar, konuşuyorlardı.”                                                                                      (sayfa:206)
       5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Sade, açık ve anlaşılır bir dille yazılan hikâyede argo kelimelere, küfürlü söyleşilere yer verilmiştir.
“. Hınzır herif, bir daha arkama düşsün ben ona gösteririm. Yirmi altı liramı aldı kaçtı, orospulara yedirdi. Zehir zıkkım olsun.” (sayfa:205)
Hikâyede tasvir ve tahlillere yer verilmemiştir, ayrıntılara rastlanmaz. Basit bir anlatım, günlük konuşma dili hikâyenin anlatımı belirler. Güzel, zevkle okunacak bir hikayedir.

HİKAYE: DÜĞÜN DÖNÜŞÜ
     3.a Olay Örgüsü
* Özet: Gittiği düğünde iyice sarhoş olan Rıfat Efendi evinin yolunu tutar. Karanlıkta çukurlara bata çıka ilerlerken kandilleri yaptırmadığı için belediye reisine de söylenir. Az bir yolu kalmıştır ki, karşısına bir köpek çıkar, köpek Rıza Efendi’nin ilerlemesine bir türlü izin vermez, sonunda köpeğin sahibi gelir, köpeğini alır, Rıza Efendi’de yoluna devam eder. Çamurlara bata çıka bir de türkü tutturur.
                3.b Kişiler
* Hikâyenin Şahıs Kadrosu: Rıfat Efendi: Elli yaşlarında bir saatçidir.
Yetim Salih’in oğlu: Köpeğin sahibidir.
Hikâyede bir de Rıfat Efendi’nin yolunu kesen köpek figürü vardır.
      3.c Zaman
Hikâyenin başında zaman belirtilmemiştir.
“Gece yarısını iki saat geçiyor...” (sayfa:209)
      3.d Mekân
Hikâyede mekân mahalledir, bazı yer isimleri de belirtilmiştir.
4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Sarhoş Rıfat Efendi’nin evine dönmesi
      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Sarhoş insanın başına her şey gelebilir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: İstanbul Türkçe ’si ile yazılmıştır. Sade, açık bir dil kullanmakla beraber küfürlü kelimelere de yer verilmiştir.
“Hani ulan Belediyenin kandili! Kahbe Belediye Reisi, al oğlum paraları, ye!”
(sayfa:209)
Hikâyede köpeğe ait yansıma seslere yer verilmiştir.
“- Hav, hav, hav…….
- Hırrrr, hav hav hav…” (sayfa:210)
Yazar hikâyenin anlatıcısı olmakla beraber kendine ait düşünceleri dile getirmekten geri kalmamıştır.
“Saatçi Rıfat Efendi, ellilik bir ihtiyar, düğün evinde kafayı tütsülemiş, evine dönüyor.”                                                                                                          (sayfa:209)


HİKAYE: İŞİN BİTTİ
     3.a Olay Örgüsü
* Hikâyenin Özeti: Yeniköy’ün Muhtarı Halil, tarla dönüşü kendisini jandarmanın beklediğini öğrenir. Jandarma, karakol kumandanının kendisini çağırdığını söyler. Gidecekleri yer, köye dört saatlik uzaklıktadır. Kumandanın yanına gitmek demek, dört gidiş dört de geliş sekiz saatlik yol demektir. Halil, yatsıdan sonra karakola varır. Nöbetçi, kumandanın devriyeye çıktığını söyler. Halil, beklemeye başlar. Gece serindir, biraz üşür, heybesini sırtına örtüp uyur. Sabahleyin kumandanla görüşür. Kumandan, kendisini bölük kumandanının istediğini söyler. Bölük kumandanının yanına gitmek demek, altı saatlik yol demektir. Halil çaresiz, yola düşer. Beş saat sonra bölük kumandanının karşısındadır. Kumandan, nüfus dairesine gitmesini, oradan çağrıldığını söyler. Halil, yarım saat de burada bekler. Nüfus memuru, askerlik işlemleri için köyden Hasan adında bir genci sorar. Muhtar Halil, o gencin iki gözünün de kör olduğunu söyler. Nüfus memuru, önündeki dosyada, bu gencin kör olduğu bilgisinin zaten yazılı olduğunu fark eder. “Köyüne git, işin bitti!” der.

* Teknik Bakımdan İnceleme:
Serim: Bu bölümde İşine gereken ciddiyeti göstermeyen bir nüfus memurunun bir anlık Dikkatsizliği, Yeniköy muhtarının boş yere saatlerce yürüyerek eziyet görmesine sebep olmuştur. Askerlik şubesinin köylü bir genç hakkında bilgi istemesidir.
Düğüm: Hikâyenin bu bölümünde Hasan adındaki bu gencin iki gözünün kör olduğu, yani askerlikten muaf olduğu zaten evraklarda yazılıdır. Hasan adındaki bu köylünün dosyasına bakılmadan, bu genç hakkında bilgi almak amacıyla Yeniköy muhtarı on saatlik yoldan çağrılmıştır.
Çözüm: Çözüm bölümünde Muhtarın verdiği bilgi zaten evraklarda yazılıdır. Nüfus memuru kabahatini anlar, fakat iş işten geçmiştir.

                3.b Kişiler
* 1. Dereceden Kişiler:
Seleci Haliloğlu Halil: Uzunca boylu, kösece sakallı, sessiz bir adam.
Hüseyin Efendi: Nüfus katibinin yamağı, bacakları kısa, gövdesi uzun, tosbağa gibi bir oğlan.
Kahramanlar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
* 2. Dereceden Kişiler: Jandarma, Köse Ademoğlu Hasan
* 3. Dereceden Kişiler: Köyden bir çocuk, jandarma, iki köylü, işsiz bir delikanlı, Karakol komutanı, yüzbaşı, Aziz Efendi,
      3.c Zaman
Bir günlük bir süre hikâyenin zamanını oluşturur. Hikâyede beş altı saatlik yol, gece sabaha kadar beklemesi belirtilmiştir.
“Halil “Altı saatlik yol” diye düşündü” (Sayfa: 32)
      3.d Mekân
Yeniköy, Jandarma karakolu, Nüfus müdürlüğü hikayenin mekânıdır.
4. İçerik/Muhteva
* Hikâyenin Konusu: Beceriksiz ve sorumsuz bir nüfus memurunun dikkatsizliği yüzünden, bir köy muhtarını on saatlik yoldan boşu boşuna çağırtması, sonra da “işin bitti” diyerek göndermesidir.

      4.a Ana Tema
* Hikâyede Ana fikir: Memduh Şevket bu hikâyesinde beceriksiz, sorumsuz memur tipini eleştirir. İşini doğru yapmayan memurun başkalarının hayatına nasıl zarar verdiğidir.
5. Anlatım
                5.a Bakış Açısı, Anlatıcı
* Bakış Açısı: Yazar hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından anlatmıştır; kendi düşüncelerini de hikâyeye katmıştır, kahramanların davranışlarını genelde beğenici ve tasdik edicidir.
                5.b Dil/Anlatım/Üslup
* Dil ve Üslup: Yazar sade, açık bir dil kullanmıştır. Çok uzun olmayan, anlam karışıklığı yaratmayan cümleler kurmuştur. Herhangi bir şive ya da ağız özelliğine yer vermemiştir. Esendal yalın anlatımıyla konuyu en iyi biçimde ortaya koymuştur.
Ali YETGİN
Türkolog / Editör / Yazar
6. Hikaye Hakkındaki Değerlendirmeler
OTLAKÇI ADLI HİKAYE KİTABININ GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ
Memduh Şevket Esendal Türk hikayeciliğinde önemli bir yere sahip isimlerden biridir. 100’ü aşan hikayelerinde hep bu toprağın insanlarını, sorunlarını anlatmıştır. Esendal bu kitabındaki hikayelerinin tamamında halkın içindeki tiplere yer vermiş, onları anlatmıştır, hep sıradan insanın hikayesini yazmıştır. Hikayelerini yazarken gözleme önem veren yazar, yorum gerektirmeyecek yakın bir anlatımı ilke edinmiştir. Bir oyun yazarının kişileri tanımlaması gibi kısa cümlelerle kahramanlarını anlatmıştır. “Arabacım, uzun boylu, yirmi yaşlarında kadar, yanız yüzlü, eğri bakışlı bir oğlan” (Arabacı Ali); “Minderlerden birinin köşesine sekiz-dokuz yaşlarında, ince, saz benizli bir kızcağız oturmuş.” (İki Ana İki Kız).
Hikayelerde yalnız kişilerin değil, olayların geçtiği yerler anlatılırken de çok sade bir dil kullanılmıştır. “Sıcak yaz gecesi, mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti. Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kına çiçekleri.” (Pazarlık)
Esendal’ın bu yalın anlatımı, bu arı dili hikayelerinin tamamına hakimken bazı hikayeleri bu özellikten yoksun kalmıştır. “…… yirmi amele ile kat’iyyatta mubaşeret olunmuş ve ameliyat dahi yevmen fe yevmâ terakki etmekte bulunmuş.” (Mülahazat Hanesi”
Memduh Şevket Esendal, dil ve anlatımda olduğu gibi durum hikayesi yazma konusunda da son derece başarılıdır. Bu hikaye kitabında bulunan hikayelerin büyük bir bölümü durum hikayesidir: “Söylüyor, Otlakçı, Bir Kadının Mektubu, Türbe) Esendal’ın durum hikayesindeki başarısını olay hikayelerinde de görmek mümkündür: (İki kadın, Döğüş, Haydar Beyin Sakalı)
Yazar toplumun değişik kesimlerini anlatmış, anlattığı her kesimden insanı yaşadığı ortamında ele almıştır (Döğüş, Düğün Dönüşü, Eşek). Zaman, Esendal’ın hikayelerinde farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bazı hikayelerinde uzun zaman dilimlerini, birkaç farklı zamanı birlikte görmek mümkündür. (Arabacı Ali, İki Kadın)
Bütün bu inceleme ve değerlendirmelerin ışığında Esendal’ın hikayeciliğimizde bir çığır açtığını söyleyebiliriz.
Otlakçı Hikayesi Hakkında İnceleme Örnekleri
  • Bülent Sakça 
 “Otlakçı” hikâyesinde, uyanık ve yüzsüz bir otlakçının, kahve arkadaşını çileden çıkarması anlatılır. Anlatıcı konumundaki hikâye kahramanı, kendisinden sürekli olarak tütün içen Mahmut Efendi’ye daha fazla dayanamaz. “Efendim, tütün tabakasını ortada bırakmaya gelmiyor, insafsız herif, tütünün ne kadar saçak yeri varsa içti, tozları bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rast gelmedimdi.”
Hikâye kahramanımız, Mahmut Efendi’ye, sigara sararken uyanıklık yaparak tütünün sadece saçak kısmını koyduğu, tozunu da kendisine bıraktığı için kızar. Otlakçı Mahmut Efendi, tütünün pek içimli bir şey olmadığını, tütün gibi mundar bir şeye para verecek kadar enayi olmadığını söyler. Bir sigara için kendisine bu kadar söz söylediği için tütün sahibini ayıplar. Kahramanımız daha fazla dayanamaz, otlakçı arkadaşını “birader bir daha benim yanıma gelme, benimle de konuşma. Bir gün öfke ile kafana bir şey vururum, başıma bela olursun, anladın mı?” diye azarlayarak yanından kovar.
Ertesi gün Mahmut Efendi, özür dilemek için sabahleyin erkenden kahramanımızın evine gider. Pişman olduğunu söyler, özür diler. Kahramanımız, özür dilemek için evine gelen birini kovamaz. Kahve pişirtir, önüne de bir kâse dolusu tütün koyar. Otlakçı Mahmut Efendi, kısa sürede bir kâse dolusu tütünü içer. Tütünün saçak kısmını içtiğinden kâsenin dibinde tozlar kalır.
Esendal bu hikâyesinde, otlakçılık yapan insanların çevresindeki kişilere verdiği rahatsızlığı, otlakçılığın nasıl güçlü bir alışkanlık olduğunu, otlakçıların hem suçlu hem de güçlü bir tavır takındıklarını göstermeye çalışır. Otlakçılığın iki yönü vardır: Birincisi, otlakçılık yapan kişilerin bu işten aldıkları keyiftir; ikincisi, otlakçılar yüzünden rahatsız olan insanların durumudur. Yazar, otlakçılığın iyi bir şey olmadığını, hiç kimsenin otlakçılık yaparak çevresindeki insanları rahatsız etmeye hakkı olmadığını anlatmaya çalışır. Otlakçılığın da bir sınırı, bir inceliği vardır. Hikâye kahramanı daha önce de pek çok otlakçı görmüştür.

  • Doç. Dr. Oktay YİVLİ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
ANLATICI VE PERSPEKTİFTE YENİ BİR SINIFLANDIRMA GİRİŞİMİ
Esendal’ın (1989) “Otlakçı” öyküsünde merkezî bir karakter olan anlatıcı, Mahmut Efendi’nin otlakçılığının hikâyesini anlatır (66-70). Anlatıcı karakteri öfkelendiren durum, tü- tününü başkasıyla paylaşmak değil; Mahmut Efendi’nin kaba tütünü alıp tozunu ona bırakmasıdır. Otlakçı tip, tütünü “murdar” ve “mekruh” olarak nitelemekle birlikte herkesin tütününe ortak olmaktan da geri kalmaz. Sonunda kahvede başkarakterin hışmına uğrar. Anlatıcı karakter, ondan kurtulduğunu düşünürken bir sabah özür dilemeye gelen Mahmut Efendi, hiçbir şey 498 olmamış gibi otlakçılığa kaldığı yerden devam eder. Öyküde bulunan itirafçı tipindeki anlatıcı, başından geçen bu özgül olayı meddah üslubuyla -karşısında birisi varmış gibi- aktarır. Bu öyküdeki anlatıcının öncekilerden farkı, bir dinleyenler topluluğunu açıkça varsayması ve yüksek sesle olayı anlatıyor gibi davranmasıdır
Kaynakça
*    Memduh Şevket Esendal, Otlakçı, Bilgi Yayınevi, 14. Basım, Ağustos 2016 (Alıntılar bu baskıdan yapılmıştır.)
*    Bülent Sakça | Kategori Hikâye İncelemeleri | Yayımlanma tarihi 02-10-2010 
*    Tabip Gülbay’ın “Memduh Şevket Esendal’ın Toplumsal ve Siyasal Görüşleri” adlı doktora tezi çalışması
*    Mustafa Şerif Onaran’ın Memduh Şevket Esendal’ın “Otlakçı” adlı hikâye kitabı için yazdığı önsöz.
*    Mavi Yeşil Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2012’deki 75. sayısında yayımlanmıştır.
*    ANLATICI VE PERSPEKTİFTE YENİ BİR SINIFLANDIRMA GİRİŞİMİ Doç. Dr. Oktay YİVLİ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Yayınları: 13, II. Uluslararası Türk Kültürü Araştırmaları Sempozyumu Bildiri Kitabı
*    Bilgin GÜNGÖR, MEMDUH ŞEVKET ESENDAL’IN ADLI HİKÂYESİNİN GÖSTERGEBİLİMSEL BİR ANALİZİ


Ali YETGİN
Türkolog / Editör / Yazar
alibugrayetgin@gmail.com