6 Ekim 2010 Çarşamba

Taş medrese

yalnızlığın ölüm sessizliğinde
geceyi yaşıyorum
yaşayan
gece mi ben miyim
geçmişi düşünüyorum
sonu gelmeyen kavgalar
sıkılan yumruklar
dört duvara kıyılmış bir
nikah
kelepçeden bir yüzük
sonsuzluğa duyulan bir hasret
pusatlanmış çirkin adamlar
ranzamın zulasında sakladığım umutlar

ne demir parmaklıklar
ne taş duvarlar
zamanın ötesinde
bende içre ülkü adlı bir yar

saatin tik takları
sararken tüm bedenimi

zaman yerini hüzne bırakıyor
kanlanmış
gözler
son sigaramı yakıyorum
sigaramın dumanı ,

ve gece benden kaçıyor
geride kalan sadece umutlar
bir de ben
tek başınayım

bir
gece vardı dertleştiğim
ve sabahı hiç beklemediğim

anda sen yoksun

usulca gelen bir ölüm
çirkinleşmeden
ansızın yağmış bir ölümün
usul usul
bir daha görülmesi imkansız

çiçeklere açılıvermesi

ve ölümle birlikte
ölmeden önceki
güzelliğini
kat kat katmerleştirmesi
tıpkı bir sarı gülün
seherden gün doğuşuna
gizlice açılıvermesi

ve
o gizli
güzelliğin bir an
gözlerime doluvermesi
o gün, o saatte
ölümle birlikte
bir daha çıkmaması

gülçehrem

sessizliklerden çiçeklenmiş
serin, güven verici bir tebessüm dünyasında
ığıl ığıl serilmiş saçların rüzgarlanması
kaşların en
güzelinden ay çiçeklerine açık gözler
süzme bir yüz
dar bir düğmeden çekilmiş öpülesi bir burun
selvilerin salınışında seken bir endam
güllerin kokusunda uyanan ufacık adımlar
sesinde tebessüm gizli
sümbüllerde buğulanmış nefesler
gülçehrenden beslenen bir dünya
gülçehrenden rengini almış bir gökyüzü

gözlerimde hala gülçehreni yaşıyorum

beş katlı evin altıncı katı

beş katlı evin altıncı katı
bir
sevgi, bir sevgili
umursanmamış bir
aşk
ölüme yolcu bir aşık
aşktan habersiz bir maşuk
ve hüzünlü veda
zaman
iki başlı ejderha
alıp götürdükleri
tatlı bir hatıra

nafile bir bekleyiş
ve bir raslantı
giden
sevgili
hayal mi gerçek mi
ısrarlı bir yolculuk
aşık önde maşuk arkada
bir ev, tam beş katlı
bir asansör, altı kata ayarlı

aşık altıncı katta
maşuk beşinci katta
ev beş katlı

beş katlı evin altıncı katı
iki aşık, geri gelmeyen
zaman
ölümün götürdükleri
bugünün getirdikleri
mahşere kalan vuslat
aşka duran dem

bir eyvah, bir farkındalık
bir yolculuk iki aşık

...sana birgün döneceğim

kanlı gözlerimde ülkülerim
sıkılan her yumrukta kavgalarım
ve bir de sen
kalbimin zulasında yaşayan sen
herkesten gizlediğim yanım olan sen
ve
gözlerine bakmaya doyamadığım sen
bekle beni
sevgili
sana birgün döneceğim

sigaram, çayım ve bir saatlik uykum
seni bir dem olsun görmenyi hayal edip
kimbilir kaç
gecede kaç hayale dümen kırıp
ve dahası sensiz geçen her güne veda edip
bekle beni
sevgili
sana birgün döneceğim

UYKU

en güzeli
uyumak
unutarak
lakin neyi?
bir çok şeyi!
var olmayı en başında
geçmiş gitmiş
zamanı
hatta gelecek
zamanı

uyku
insanı kötülemeyen ölüm
uyku
zamanın değirmeni

ve O Gitti

su
can verirken tüm hayata
rabbimin emriyle
rüzgar olur, toprak olur
ademde şekillenirken insan
ruhun ebedi nazargahtaki bakışı
cana can katar
meleküt aleminde

ruhun
ezeli kavgasında nefisle
canlar çarpışır gizliden
yollar
iki cihan serveri ile nurlanırken
insan nurları izler
yesevinin nazarlı bakışları
cezbederken ruhumu ve bedenimi
sözlerinde feyizlenirim
başbuğumun sır dolu sözleri açılırken
seyidlerimde teselli bulurum
sahte yüzler gülerken

ey yiğidim;
sözlerin sükuna erdiği yerde
bakışlar nazar kılar
saf yüreklere enginlerden
ve
zamandan ayrılma vakti gelince
şiirlerin ve sohbetlerin dilinde anın bizi

gavs_ı azamların yolundaki nur
ezeli dünyanın sırrını taşır
insanlardan habersiz
ve
sizler bizi dualarda anın gönülden
ister insan ol ister hayvan
yerin sanadır oğul

unutma
zaman bitiyor...

bir an...


sabah güneş doğarken
bir çift
göz
ilk ışık, ilk sigara
uyku
bir saatlik ara

zaman
saatin tiktakları
hayatın zikzakları
zemheri bir karanlık

sevgili
şimdi çok uzakta
özlem
vuslata atılan volta
hayat
kanlı
gözler
bir bardak çay
bir de sigara