7 Kasım 2010 Pazar

Türkçe-siz Türkçe

“Ey bugünü dilim-dilim
Parçalanan anadilim
Kapıların arkasında
Boynu bükük kalan dilim
Var iken yok olan dilim
Ayaklarda kilim, dilim
Savaşlarda bir kahraman
Barışlarda helim dilim.”

        Dil, insan guruplarını bir araya getirip milletleştiren en önemli etmendir. Bir milletin varlığı kültür ve edebiyatına bağlıdır. Bunların temelinde de dil vardır. Bu bağlamda dil, bizim varlık sebebimizdir; çünkü biz kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşuruz. Maddi ve manevi kazanç kapılarımızı ancak dille açabiliriz. Peki bu kadar elzem bir varlık olan dil, bizim için ne ifade ediyor? Bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan, ortak bir paydada birleştiren kültürümüze ve bunun taşıyıcısı olan dilimize yeteri kadar sahip çıkıyor muyuz?
            İtiraf etmeliyiz ki milletçe çalışmayı, üretmeyi sevmez olduk; kültürümüzden uzaklaştık. Yabancıların hayat tarzını benimsemek, onların bilgilerini baş tacı etmek, buluşlarıyla geçinmek gibi kötü bir geleneği benimsedik. Başta anadilimiz olmak üzere değerlerimizi bir bir yok ediyoruz. Orta Asya Türk devletleriyle yaptığımız dil toplantılarında bile İngilizceyi tercih ediyoruz. İçinde bulunduğumuz bu tablo bütün çıplaklığıyla ortadadır.
            Hiç şüphesiz; bilim ve teknik alanındaki gelişmeler dünyayı küçültmüş, milletler arası ilişkileri hızlandırmıştır. Bu oluşumun dışında kalmamız mümkün değildir. Bu oluşum; milletin dilinden, kültüründen vazgeçmesini gerektirmemektedir. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın eğitim, bilim ve kültür kuruluşu UNESCO, her milletin kendi anadilini ve kültürünü koruması ve yaşatması ilkesini kabul etmiş, bu özelliğin dünyayı zenginleştirdiğini belirmiştir. Milletler, birbirlerinin kültürel değerlerini tanıyacaklar, bilim ve teknik gelişmeleri paylaşacaklar; ancak hiçbir ülkenin kültürel sömürgesi haline gelmeyeceklerdir.
            Türkiye’de tam tersi bir durum söz konusudur. Dün Arapça ve Farsçanın etkisinde bırakılan dilimiz, bugün de batılı dillerin, özellikle de İngilizcenin baskısı altındadır. İçinde bulunduğumuz asrın son çeğreğinde İngilizcenin Türkçeyi tehdit eder duruma gelmesinin sebepleri; ABD’nin dünyada büyük ekonomik ve siyasal güç haline gelmesi, İngilizce öğretimin yaygınlaştırılması, Türk aydın tipinin yozlaştırılması ve medyanın anadil bilincinde olmaması olarak sıralanabilir. 1998 yılında Türk Dil Kurumu’nca bastırılan ve 60152 kelime ve türevinden oluşan sözlükteki yabancı kökenli kelimelerin sayısı 14224. Bu sayı gün geçtikçe artmaktadır. Bugün Türkçe, dünyada en çok konuşulan beşinci dil durumundadır. Buna rağmen biz bu dili, uluslar arası toplantılarda anında çeviri yapılacak diller arasına bile sokamamışız. Bizim kendi dilimize saygımız yok, yabancıların neden olsun ki? Aydınlarımız, konuşmalarının arasına İngilizce kelime sokmazlarsa bilgisiz görüneceklerini sanıyorlar. Türkçemiz kan ağlıyor. Bugün yabancı kelimeler, konuşma dilinden şarkılara, reklamlardan tabelalara kadar hemen hemen her alanda hayatımızı işgal etmiş durumdadır. Ne acıdır ki, bu iş de resmi kurumlarımızda resmi görevlilerimizin eliyle yapılmaktadır. Diline özen göstermeyen her tabakadan insanımız, fütursuzca kelime katliamı yapmaktadır. “Duvarı nem, yiğidi gam yıkar” derler. Bizi de güzel Türkçemizin içler acısı hali gamlandırıyor, yıkıyor. Bugün Türkçemiz öz vatanında garip düşmüş, horlanmış, küçük düşürülmüş durumdadır.
            Türk Milleti!
            Türkiye senin tarihi, Türk Dili de senin manevi vatanındır. Onun içindir ki; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK: “Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” diyerek dilimizi korumayı vatan ve istiklali korumakla bir tutmaktadır. Dil yaşadıkça millet yaşar.
            Bütün bunlara rağmen bu kahır yollarının bir gün biteceğine yürekten inanarak, Türkçe Düşünüp, Türkçe konuşalım. Ümidimiz Türkçe olsun.

ALİ YETGİN  2003

Ey Gönül!

Ey gönül!
Nedir derdin, uslanmaz mısın sen hiç?
Küçükken kanayan dizlerimden daha çok kanar oldun.
Sığmaz oldun hiçbir bahara

Biraz daha sabret gönül,
dur biraz dinlen,
şu sessiz yığına kulak ver,
vakit yakındır,
dün gitti, yarın yok ama bugün senindir..

YARINLARA FİKREN HAZIR OLMAK

His yok, hareket yok, acı yok taş mı kesildin?
Hayret veriyorsun bana, sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin ne için böyle süreksiz,
Kendin mi yoksa ümidin mi yüreksiz?

Alemde ziya kalmasa halk etmelisin halk,
Ey elleri böğründe kalan adam kalk.

Merhum Mehmet Akif’in asırları yırtacak olan bu sesini, duyamaz hale gelmiş, yalnız kulakları değil, vicdanları da sağırlaşmış olanların hayıflanmaya bile hakları yoktur. Bugün içinde yaşadığımız zamanın insanını şu şekilde tasnif etmek, bilemeyiz yanlış mı olur?
            -“Benden sonra tufan” diyen muhterisler
            -“Dünya yansa hasırım yok” diyen gamsız ve davasızlar.
            - Maddeyi ilahlaştırmış, Allah, Vatan ve Millet kaygıları tükenmiş yaratıklar.
            - Vatanları için yanıp tutuşan fakat imkansızlıkları ve mücadele metotlarını bilmemeleri sebebi ile ezilen mazlumlar.
            Bu ne hazindir ki, bir kısım vatanseverin bizden önce fikirlerini ve inançlarını aksiyon haline getirmiş olmalarını bile yadırgıyoruz. Yakın geçmişte fazileti-rezilete, samimiyeti-riyaya, manayı-maddeye, asil’i-türediye değişe değişe felaketli bir noktaya gelmiştik. Allah milletimizi aynı hatalara düşmekten korusun.
            Göz boyamayı esas olarak seçmiş aydınlar arasında bu memleketin mana mimarlarını imal etmek mümkün mü? Hasta ruhlar üzerinde bir şifa rüzgarı olarak esebilmek için, fikri ve ahlaki salabete ulaşmış olmak zaruri değil midir?
            İnişli çıkışlı davranışların, tenakuzların sebebi davasına inanmamaktır. Bocalamalar inançsızlıktan doğar. Felsefelerini “dün başka-bügün başka” sözcüğünde temelleştiren eyyamcıların elleriyle hazin bir çizgiye getirildiğimizi nasıl unutabiliriz? Taşı, tuğlayı üst üste, kiremidi çatıya yerleştiren mimarlardan önce, ruhlarda metanet yaratacak mana mimarlarını arayalım. Evet maksadımız siyaset yapmak değildir. Hücumlarımız, kendilerini aydın sandıkları halde, toplumda meydana gelmiş fikir ve inanç boşluğunu doldurma cehti olmayanlaradır.
            İnsanları, rüzgarların getirdiği güçlerine göre değil, ahlaki ve fikri takatlarına göre değerlendirebilmek için gerçekten inançlı insan olabilmek gerek. Her adımında ikbali ve şahsi faydayı gözeten adam, teşekkül etmiş bir vicdana sahip olabilir mi? Bir kısım aydınlarımızın vicdanları köstekli, kültürleri dış kökenlidir. Görünen görünmeyen bütün kuvvetler onları cenderesine almıştır.  Vicdanı ve irfanı köstekli bir pranga mahkumudur. Şakırdatarak sürüklediği zincir, ikbal ve menfaat ihtirasının zinciridir.
            Milli ve manevi hassasiyeti yüksek Türk aydını!
            Yarın tekrar doğması mümkün ” açmazlardan” bugün alınacak kanuni tedbirlerden ziyade, senin hasbi ve namuskarane müdahalenle kurtulabiliriz. Sapık ideoloji hastalarına, milli ve manevi değerlere dönüş ihtarını yapacak olan sizlersiniz. Rüzgarın uçurduğu çadırı kazığa bağlar gibi, onları Türk’ün ruh kökenine siz bağlayacaksınız. Şimdiden bu vazifeleri kabullenmeli ve yarınlar için fikri hazırlık içerisinde olmalısınız.
            “Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
             Sen sahip olursan bu memleket batmayacaktır.”

ALİ YETGİN 2006